Voyager 1 uzay aracının verdiği ders
Güneş sistemimizi geçerek yıldızlar arası uzayda yol alan Voyager 1 uzay aracı, fezayı ve dünyayı daha iyi anlamamızı sağlayan yolculuğuna devam ederken, gönderdiği veriler insanlığı şaşırtmaya devam ediyor… Derin gurbette, insan yapısı bir uzay aracı; hiç dönüşü olmayan bir gidiş ile düşüncelerimize hakikat yolculuğu yaşatıyor… Voyager 1’in 41 yıllık yolculuğunda gönderdiği görüntüler hayalleri ateşleyip, bizleri anında yıldızlar arası yolculuğa göndermekte. Sadece görüntüyle kalmamış, yıldızların sesini de göndermiş. Düşününce; bu bilimsel çalışmada, diğer çalışmalar gibi insanı Cenab-ı Hakk'a ulaştıran bir yol ve heyecanlı yolculuk oluyor.
14 Şubat 1990 tarihinde Voyager 1 dünyadan 6 milyar 86 milyon 176 bin 360 km uzaklıktan saniyede 17 km. yol alırken dünyanın fotoğrafını çekmiş. Dünya fotoğrafta çok küçücük silik mavi bir nokta olarak görünmüş. O videoyu izlerken aklıma şu geldi: Daha fazla uzaklıktan demek ki dünya esir maddesi hükmünde kalacak. Ama asıl muhteşem olanı ise; Allah’ın o zerre gibi dünyanın içinde hiç hükmündeki insanı kâinatın sırlarını çözecek ve keşfedecek uzay araçları yapma şuuruna kabiliyetine sahip olarak yaratması. Harika yaratılan insan aklı, uzayın ihtişamından çok daha bambaşka bir harikalık arz ediyor… Zerre içindeki zerrenin zerre gibi aklı ve hayali yıldızlar arası yolculukta tam gaz; ışık hızını utandırıyor…
Carl Sagan 11 Mayıs 1996’da dünya için “Güneş ışığına asılı toz zerresi” benzetmesi yapıyor. O toz zerresinde yaşayan insanın öyle duyguları ve aklı var ki; kâinatın bir elden idare edildiğine, sanatkârının bir olduğuna iman ederek, kâinattan çok daha büyük olduğunu ispatlıyor... Geçekten de kulluk kâinata sultanlık oluyor.
Evet, dünya bir zerre ama atom gibi hareket, enerji ve hayat fışkıran bir zerre… O öyle ufacık bir zerre ki; içinde yıldızları küçücük bırakacak kulluk, tekbirler, tespihler, zikirler, tefekkürler yükselerek kâinatı sarıp sarmalıyor ve meyvesi oluyor... Şuur küpü bir zerreden, kâinatın imrendiği kulluk… Dünyanın cirmi ve cismi küçük, kulluğu ise yıldızlar ötesi, kâinat ötesi… Elbette böyle bir kulluk için ebedi saadetler, cennetler olacaktır.
Allah, kâinat tuvaline muhteşem kudreti ve nihayetsiz ilmi ile yıldızları, galaksileri çiziyor… Yeni yıldızlar ve her an genişleyen kâinatın içindeki zerre gibi dünya içinden akıl sahipleri ise uzayı keşfe çıkan aletler yapabiliyor ve fezaya gönderiyor. Bu nasıl bir muhteşem akıl ki kâinatın sırrını çözecek çalışmalara imza atabiliyor. Uzayda toz zerresi içinde hiç hükmünde ki insan, Allah’ın verdiği akıl ile ulaştığı bilimle harikalara imza atıyor... Sadece bu bile Allah’ın muhteşem yaratıcı gücüne delil olmaz mı? Buna rağmen görmeyen inanmayanlara en başta bilim bile şaşırır ve “tuh yazıklar olsun!” der. İnkârcılar keşke bilimin hakikat dilini de dinleseler… Kâinattaki bu var olan muazzam sanata karşı, bilim vasıtası ile Nihayetsiz kudret sahibine hayran kalmak, şuurlu şaşırmak kulluğun gereğidir.
Evet, kâinat geniştir ama hayal kâinattan da geniştir. Benzer tarafı ise; hayal de daima genişlemektedir... Her tefekkür imanı ve hayali genişletir. Hayalden geniş olan ise iman ve teslimiyettir. Hayalin aciz kaldığı yerde vüs'ati iman devreye girer; teslimiyetle dur ve bekle zamanı geldiğinde tüm hakikatleri göreceksin der. Güç tükenince, beklemek ve hudutları aşmamakta bir ibadet ve imtihandır.
Evet, bulunduğumuz yer ve konum ne olursa olsun; başta sonsuz ilim sahi Allah’ın kudretini ve kâinatın ihtişamını kavramaya çalışırken, hayalimizin ve idrakimizin nefesi yetmediği yerde imdadımıza iman ve teslimiyet giriyor. Teslimiyet hayalin edebi oluyor. Edepli hayal aciz insanı daha çok sonsuz kudret sahibine doğru itiyor. Mutlak zayıflıktan, mutlak İrade’ye ve kudrete yolculuk dileği ile… Allah imanımızı ve hayretimizi arttırsın!..