Vize yok, kilise var!..
Türkiye’den AB ülkelerine ve ABD’ye gitmek için gerekli olan “vize”yi alabilmek iyice zorlaştı, malûm.
Buralara defalarca gidip aslanlar gibi geri gelen vatan evlâtları, el oğluna şişkin banka hesapları ve beş, ontapu sunsalar da, “ret” cevabıyla karşılaşabiliyorlar.
Aldıkları vize parası ceplerine kalıyor retçilerin, her başvuran bir güzel söğüşlenmiş oluyor ve ret cevabından dolayı da milli gururu kırılmış…
Otuz yıl kadar evvel,‘Şöyle bir ABD’ye gidelim, oralardaki meslektaşları ziyaret edelim.’ diye başvurduğumuz Büyükelçilik Görevlisi, “ret” damgasını yapıştırdığında, Viyana Kapısı’ndan dönen Osmanlı Askeri ruh haline bürünmüştüm.
Sonrasında birkaç kez vize aldık da “milli gururumuz” kurtuldu neyse ki!..
Bir vakitler mırın kırın etseler de, vizeyi veriyorlardı yani.
Şimdilerde iyice zor olmuş bu işler.
Uzun yıllardır gazetecilik yapan bir arkadaşımız, hem de dil kursuna para yatırdığı halde İngiltere’den ret cevabı alınca, Malezya’ya kırdı rotayı.
Orası vize işinde o kadar zorluk çıkartmıyormuş, neyse ki…
*
Türkiyemiz, vatandaşlarının muhatap olduğu “vize zulmü”nü sık sık gündemine getiriyor, onları onlara şikâyet ediyor ama…
Gittikçe yerleşen “Türkler buraya gelirse geri gitmezler!” bakışını aşabilmek kolay değil.
Bazı sözde sanatçıların başını çektiği “Türkiye bir değerini daha kaybetti!” muhabbetinin de etkisiyle, yurt dışına gitmek isteyen gençlerimizin sayısında kayda değer artışın olduğunu hepimiz görüyoruz.
Bazı meslek gruplarında “yabancı dili” geliştirerek kapağı dışarıya atmaya gayret edenlerin sayısı hayli fazla.
Bir Tıp Profesörü tanıdığımız, bu “akım”dan şikâyetini dile getirdi, “Cerrah olmakisteyen talebelerimizin sayısı çok azaldı. Gençlerimiz riskli sıkıntılı alanlardan kaçıyorlar… Bir de yurt dışında hekimlik yapma arzusu çok yaygınlaştı!” diyerek.
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, oralarda bizdekinden çok daha büyük sıkıntıların olduğunu, gelişmiş denilen ülkelerin büyük bir “enerji darboğazıyla” karşı karşıya kaldıklarını söyleseler de, buradakilerin büyük bölümü “gitmekten” yana.
Lâkin dedik ya, “turist olarak” gidebilmek bile büyük mesele.
Talebin sınırsız, arzın ise çok sınırlı olduğu ortamlarda, fırsatçılara gün doğar malûm…
Geçtiğimiz günlerde acayip bir davet aldım.
Bir “merdiven altı” kiliseden davet ediyorlardı; “çay, kahve, müzik bedava” diyerek.
Tam da “Bana yapılır mı, bana, hem de bana!” moduna girmiştim ki…
Tevafuk işte;
Akit TV’nin her Salı akşamı yayınlanan ve bizim de “daimi konuk” olarak yer aldığımız Sabri Balamanla Derin Kutu adlı programın konusu da, “Misyonerlik Faaliyetleri”ymiş.
Sayın Sabri Balaban konuyu bildirince, “tevafuka bakınız” diyerek “kilise davetiyesi”ni ilettim kendisine.
Meğer birçok yere gidiyormuş misyonerlerin “davetiye”leri…
Programda bu konu işleneceği için biraz daha yakından ilgilendik, “misyonerlik” faaliyetleriyle…
Gençlik yıllarımızda birçok “Misyonerlere Dikkat!” haberi yapmıştık…
Konu yeniden önümüze düşünce, misyonerlerin bu “vize sıkıntısı” meselesini nasıl da istismar ettiklerini gördük.
Üniversiteli gençlerden bazıları, “Bizim sınıftan gidenler var abi!” dediler bana;
“Gidiyormuşsun, çay kahve bedava, müzik gırla… Muhabbete takılmak için gidenler var!” diye de devamını getirdiler.
En sonunda da, “Bizim çakallardan bazıları da acaba oralara takılmamız vize almamızda kolaylık sağlar mı, oralardaki papazların filan faydası olur mu diye takılıyorlar!”dediler.
Büyükelçiliklerinin çıkarttığı “vize sıkıntısı”nı misyonerlik faaliyetlerinde kullanmak isteyen “yeraltı kiliseleri”nin “havuç”larından biri de vize kolaylığıymış…
Bu yolla vize alabilene rastlanmamışsa da, “ümit vererek” buralara çekiyor ve ortama alıştırıyorlarmış gençleri…
Bir de, başta Suriyeliler olmak üzere“daimi misafirlerimiz”pozisyonundaki milyonlarca insan var.
Bilhassa da çocuklar ve gençler.
Bu çok doğurgan kitlelerin çocuklarının, misyonerlik faaliyetlerini yürüten “ajanlar” tarafından birer kolay av olarak görüldüklerine dair haberleri görmüşsünüzdür.
Milat’ın başarılı muhabiri Özlem Doğan, “Suriyelilere Misyoner Kancası” muhtevalı haberleriyle dikkat çekmişti.
Bu üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir tehdit.
Malûm, misyonerlik, bir “altıncı kol” faaliyeti…
Sadece papazlar, rahipler filan değil…
Antropolog, sosyolog, dilbilimci, yabancı dil öğretmeni gibi “etiketler” altında faaliyet gösteren “ajanlar”, sızdıkları yerlerde İslam Dini’ne muhabbeti aşındırmak için gayret gösteriyorlar.
İslam’ın şiddeti, nefreti teşvik ettiği, İslam’ın ve Müslümanların kadına değer vermediği yalanlarına başvuruyor…
İslam Dini’nin insanların kabiliyetlerini körelttiğini iddia ederek, “zemini kaydırmaya” çalışıyorlar.
Batıda intihar, şiddet, tecavüz, gasp vakalarının hızla tırmandığını…
Uyuşturucu kullanımının başa çıkılamaz boyutlara vardığını…
Birçok batı ülkesinde gecenin 12’sinden sonra sokağa çıkmanın “mangal gibi yürek” istediğini…
Batının çöküşün eşiğine geldiğini vesaire, misyonerler elbette söylemiyor ve bizdeki “efsunlanmışların” çoğu da maalesef görmüyor.
Milli Güvenliğimizi tehdit eden “misyonerlik-ajanlık” faaliyetleri temposunu arttırarak devam ediyor.
Bu konuyla önümüzdeki süreçte epeyce uğraşacağız, öyle görünüyor…
“Misyonerlik Faaliyetleri”nin arka plânlarına dair çok kıymetli çalışmalar ortaya koyan Rahmetli Aytunç Altındal’ın Ruhu’na dua gönderelim ve uğraşmaya devam edelim kısmetse…
Birçok işadamı ve tatilcinin plânlarını alt üst eden bir durum.