VİYANA
Viyana'nın Türkiye açısından tarihten kalan büyük bir önemi vardır. Viyana, Osmanlı Dönemi'nde "kapı"sına dayandığımız bir sınırdır. Bir başka deyişle, zaten o dönemde bizim olan Balkanlar'dan hemen sonra Avrupa'ya açılacağımız bir sınır kapısıdır. Biraz da bu sebepten olsa gerek, Viyana tarihten gelen bu burukluğu yansıtan ve aynı zamanda Osmanlı hakimiyetinin sınırlarını ve ufuklarını çizen bir biçimde hafızalara nakşolunur.
Aslında tipik bir Avrupa başşehridir Viyana. Şehri Tuna nehri ikiye böler. Şehrin terasından Viyana'yı izlediğiniz zaman bu muhteşem görüntüye odaklanırsınız. Binaları itibarıyla da oldukça tarihi bir dokuyu hemen size hissettirir. Taş binaları, binalardaki figürler size bu duyguyu hemen verirler. Özellikle parlamento, belediye binaları ile tiyatro hemen buna birkaç örnektir. Hiç şüphesiz Viyana'ya dair çok şey söylemek mümkündür ama ben birkaç noktaya odaklanacağım.
Avusturya'nın toplam nüfusu 8.5 milyon civarında. Bunların bir milyonu yabancı nüfus ve Türkiye'den gidenlerin sayısı toplamda 160 bine ulaşmış durumda. Almanya gibi Avusturya'da da ciddi bir Türkiye potansiyeli ve tabii ki aynı zamanda yaşanan birçok sorunlar var. Oraya zamanında ekmek parası için giden Türkiye'li insanların üçüncü dördüncü nesilleri de yetişmiş durumda. Orada yaşanan hayatın getirdiği bireyselleşme ve sekülerleşme, aile ve gençler üzerinde de olabildiğince etkili. Türkiye kökenli ailelerde boşanmalar ciddi oranda artmış durumda. Gençlerin hem iş istihdamı hem de tahsil hayatlarında önemli sorunlar var. Türkiye'den giden insanların çokluğu, orada hayatı onlar için belirli oranlarda kolaylaştırıcı bir öge olurken, diğer yandan gettolaştırıcı bir işlev de görüyor. Bunun Türkiye insanının etkinliği konusunda bazı sıkıntılar çıkardığını biliyoruz.
Avrupa ülkeleri içerisinde İslam'ı resmi olarak kabul etmiş tek ülke de Avusturya. Bu durum aslında önemli bir şans. Orada bulunan Müslüman kökenli insanların, hem sorunlarının çözümünde hem de daha etkin olabilmek için bir araya gelmelerini sağlayacak birleştirici bir unsur. Tabii ki burada en önemli sorun; İslam'ın her biçimde en iyi şekilde temsil edilmesi. Müslümanların kendilerinden başlayarak sorunlarını çözme potansiyelleri göstermesi, Avrupa'daki bireysel ve seküler yaşama karşı daha korunaklı ve onu aşan modeller getirebilmesi, gelecekte sadece Avusturya için değil Avrupa için de önemli dönüşüm potansiyelleri taşımaktadır kanaatimce. Fakat bunun için gerçekten çok fazla gayret gerekiyor. Öncelikle Avrupa'da yaşanan düzenlilik ve sistematiklik bu açıdan önemli bir şans diye düşünüyorum. Bir başka deyişle, İslam ile sistematiklik, düzen ve disiplinin Avrupa koşullarında yeniden bir araya getirilebilmesi.
İşte tamda bu noktada içimizi acıtıcı bir gerçeğe temas etmek gerekiyor. Viyana'da (esasında bir çok Avrupa başkentinde) gördüğünüz düzen, çevre temizliğini kendi ülkemizde görememek insana çok acı veriyor. Zamanında hareket eden vasıtalar, bir başkent olmasına rağmen Viyana'nın tarihi dokusu bozulmamış silüeti, düzenli akan trafik, sokakların temizliği ve şehirlerin sükuneti insanı olabildiğince fazla etkiliyor. Şöyle İstanbul'a bir baktığınız zaman, bu kadar güzel bir şehrin çok kısa bir zaman içerisinde bu kadar yaşanmaz hale nasıl getirildiğini; sükunetinin, tarihinin nasıl da hoyratça harcandığını ve şehrin bir takım magandalarca nasıl işgale uğradığını görünce yüreğim çok burkuluyor. Laf zamanı gelince birçoklarının "gavur" diye etiketleyip beğenmedikleri adamların yaptıkları karşısında, "Müslüman"lar da artık lafı bırakıp bu dini nasıl temsil ettiklerine iyi bakmalılar.