Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.55
Gram Altın
2498.31
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Aralık 2019

Vis est vita!

17-25 Aralık malum olduğu üzere yakın siyasi tarihimiz açısından çok önemli tarihlerdir. 2013’ün son günlerinde birer hafta arayla gerçekleşen operasyonlar sadece operasyonu gerçekleştiren güç nedeniyle önem arz etmiyor. Hatta denilebilir ki operasyona uğrayanların devlet iktidarı olması da işin en çok önem arz eden kısmı değildi. Operasyonların varlığınızı ve duruşunuzu, istikametinizi ve duygu dünyanızı ne şekilde etkilediği önemli. İşin hayati önemde olan kısmı bu! Operasyonlar Türkiye’de daha çok ‘kim yaptı, kime yaptı’ parkurunda konuşulduğu için asıl etkilerini görmekte ciddi zorluk çekiyoruz. Operasyonların iki çok önemli hususu var ve bu iki önemli hususla ciddi şekilde yüzleşmezsek anlamlı bir mesafe almamızın da pek imkan dahilinde olamayacağını söyleyebiliriz.

Peki, nedir bu iki husus? Birincisi operasyonun ‘nasıl’ yapılabildiğidir? Yani operasyonun gerçekleştiği zemin ve ilişki ağı ile ilintili olan husus. Bu hususa ilişkin sahici bir konuşma gerçekleştirilecekse operasyonu gerçekleştiren yapının karanlık ilişki ağı, ezoterik inançları ve başındaki kişinin sıra dışı kişiliği gibi hususlardan çok daha fazla devlet yapılanmamızı ve bu yapılanmanın toplum ile olan ilişkisini etraflıca tartışmak-konuşmak durumundayız. Devletin hangi niteliğinden dolayı toplumun sızma teşebbüslerine maruz kaldığı veya devletin hangi gerekçe ve anlayışla toplumun geniş kesimlerine kendini kapattığının muhasebesi yapılmadığı sürece başımıza gelen şeyin şiddeti ne olursa olsun anlamlı bir mesafe kat etmenin mümkün olmayacağı görülmelidir. Nasıl bir ilişki, nasıl bir düzenek ihdas edilmiştir ki toplumun büyük bir kısmı devletin içine sızmaya çalışmaktadır? Nasıl bir devlet-toplum ilişkisi tesis edilmiş ki devlet uyruğu olan toplumun belirli kesimlerini diğer kesimlerine karşı kayırmaktadır? Devlet-toplum ilişkisinin kayırmacılık-imtiyaz üzerinden gittiği bir yerde açık konuşmak gerekirse bu tip hadiselerle karşılaşmak değil de karşılaşmamak sürpriz olur? O yüzden yukarıda belirttiğim gibi anlamlı ve sahici bir konuşma işin sınırlı sonuçlarını değil verili yapının kendisini sorun etmek, tartışmak, ele almak durumundadır. Bu imtiyaz-kayırma ilişkisinin ne tür örtük hizipleşmelere, devletin mahreminde ne tür dayanışma öbeklenmelerine yargı kendi başına müşahhas örnek oluşturuyor.

İkinci husus şüphesiz birincisi ile bağlantılı şekilde başımıza gelen bu hadise ile nasıl baş ettiğimiz meselesidir. Öyle ya kötülükle mücadele etmek veya kötülüğün karşısında olmak kendi başına yaptığımız şeyin doğruluğunu teyit etmiyor. Yaptığımız şeyin doğru olması için ayrıca bir şeylere özen göstermemiz, ayrıca bazı şeylere dikkat etmemiz gerekiyor. Esasa ilişkin haklılığımızın aynı zamanda usule ilişkin hassasiyetimizle gitmesi gerekiyor. Karşı karşıya kaldığımız ve bu ülkenin kurumsal çürümüşlüğünü gözler önüne seren kalkışmayı ne tür bir perspektif içinde ele aldığımız meselesi.

Kısaca bu iki husus önümüze iki şey getiriyor: Nasıl bir vaziyetiniz vardı ki başınıza bu hadise geldi? Bu birincisi. İkincisi ise ‘Ne yapsak ki başımıza bir daha bu işler gelmesin? Sorusudur. Aradan geçen onca zaman ve verdiğimiz onca mücadeleye rağmen ben iki önemli hususta da çok ciddi promlemler taşıyan bir performans sergilediğimizi düşünüyorum. Ne başımıza gelen hadiseyle ahlak-adalet temelli bir mücadele yürütebildik, ne de ahlak ve adalet temelli bir kurumsal inşa işine yönelebildik. Tam tersine başımıza gelen hadise bizi ummadığımız iş ve işlemlere savurmuş durumda. Belki de operasyonların asıl maksadı buydu, kim bilir. Latinler ‘Vis est vita!’ derler. Yaşamak görmektir diye. Biz de yaşadık ve gördük. Fakat gördüklerimizden ne ders çıkardık orası şüpheli. Umarım sorunlarımızı ilintili oldukları art alanla birlikte görme ve değerlendirme cesareti ve feraseti gösterdiğimiz günler çok uzak değildir.