Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
13 Eylül 2012

Virus İçeride

İnsanın en önemli temel ihtiyacından birisi güvenliktir. Burada güvenlik kavramı, sadece ev, anne gibi somut emniyet ögelerine değil, daha çok ontolojik olana referans yapmaktadır. Güven ve emniyet anlamına gelen iman, insanın bu ontolojik bağlamdaki güvenlik sorununu çözmektedir. Dünyada maddi anlamdaki güvenlik tedbirlerini alsanız bile, ontolojik anlamda emniyetiniz yoksa tedirgin bir yaşam sürersiniz. Nereye giderseniz huzursuzluğunuzu oraya götürürsünüz. Dolayısıyla buradaki asıl sorun içinizdedir.

Halbuki dünyada yaşarken, insanlar daha çok tehlikeleri dışarıdan beklediklerinden, ona karşı tedbirler alırlar. El hak dışarıdan gelen tehlikeler vardır ancak içten gelen motivasyonları, arzuları önleyebilecek bir tedbir de nihai anlamda bulunamaz. Bundan dolayı dinler, insanı içeriden ve kalpten yakalayarak kendi kendini kontrol mekanizması geliştirirler.

Gündelik hayatta, aileyi, insanı, evi vb.ni bekleyen tehlikelere dikkat çekilirken, çoğunlukla dış tehlikelere vurgu yapan bir dil kullanılmaktadır. Mesela, birileri bizim aile yapımızı yıkmaya çalışmaktadır. Ya da iç ve dış güvenliğimizi tehdit eden unsurlar vardır. Doğrusu bu dil, meselenin sadece bir boyutunu tanımlamaktadır. Öte yandan "hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir" metaforunun geniş içerik anlamları üzerinde düşünürsek, o zaman aslında kendimize zarar verecek mekanizmaları kendi elimizle desteklediğimiz gerçeğini de inkar etmemek gerekir. Ve burada şunun özenle altının çizilmesi gerekir ki, içeriden verilen zararlar, dışarıdan verilmeye çalışılan zararlara göre çok daha ağırdır ve sinsi biçimde ilerler.

Böyle bir konuyu bende problem hale getiren birkaç örnek üzerinden ilerleyeceğim. İnternet kafeler, cd'lerde bir çok çocuk oyunları var ve çocuklar başta olmak üzere her yaştan insan bu oyunları oynuyor. Bu oyunların önemli bir kısmı ülke fethetme, yakma, yıkma ve öldürme üzerine kurulu. Çocuk, odasında bilgisayarının başına geçmiş bu oyunları saatlerce oynuyor. Sanal olarak öldürdüğü kişiler müslüman isimli, bazan camiye benzer yerleri bombalıyor. Küresel aktörlerin bayrakları orada muzaffer bir şekilde dalgalanıyor. Orada tip olarak üçüncü dünya ülkelerinin insanları ölüme yollanıyor. Sonra sokaklara çıkıp "Kahrolsun Amerika" demenin ne gibi bir anlamı olacak?

Facebook'lar, Twitter'lar kesinlikle hastalıklı bir virüs olarak yayılıyor. Masum görülen sanal arkadaşlıklar bir aile faciasına dönüşüyor. Ortalığın uygun hale gelmesiyle, yeni arayışlar, televiyondan teşviklerle bakıyorsunuz yeni sanal aşklar, bir kere buluşmaya sonra da faciaya dönüşüyorlar. Şimdi bu aileyi yıkan şey dışarıdan gelen tehditler mi? Hiçbir şey olmasa bile, iki satır kitap okumaya vakit bulamayan (!) yığınlar, saatlerini bakıyesi sıfır olan lüzümsuz laklaklarla geçiriyorlar ve bunun adı sosyal medya oluyor. İnsanlar sosyalleşecekse, kalabalıklar içinde yalnızlaşacaklarına, önce birbirlerine sahici dünyada bir değmeli değiller mi?

Televizyonlardaki yarışmalar insanları binbir kılığa sokuyor ve para için yapılmayacak şey kalmıyor. İşte size yarışma; Kim en çok yemek yerse yarışmayı kazanacak. Çiftler, yemekten önce tartılıyor ve sonra yemek yemeye başlıyor. Zaman dolunca tekrar tartılıyorlar. Yaşasın Sodom ve Gomore (!) Hazdan ölümler üretiyoruz artık. Jean Baudrillard'ın dediği gibi, ölümler bile giderek estetik hale geliyor.

Bu örnekleri çoğaltmak hiç te zor değildir. İşte meselenin en kötü taraflarından birisi de bu. Evet, dışarıdan gelen bir tehlike var. Ancak sorun; o tehlikeyi güle oynaya içeriye davet eden zihniyettedir. Hatta bu davetin, onu bir tehlike olarak bile görmemesi daha vahim bir sorundur. Reşat Nuri Güntekin, meşhur romanı "Yaprak Dökümü"nde Fikret'e şöyle söyletir: "Baba ! İlk defa o adamı yanlış olduğunu bile bile ailenin içine aldığında, bu iş bitmişti."

Dün direnç gösterilerek reddedilen şeyleri, bugün seve seve kabul ettik. Yani sahnede bize de yer verdiler diye kontrolü elimizden bıraktık. Halbuki öncelikle bundan kuşkulanmalıydık. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de dışarıdan tehlikeler gelmeye devam edecektir. Ama tehlikeyi dışarıda değil, önce içeride aramak gerek. Süreç sadece bizim ülkemizi değil, tüm dünya insanlığını ontolojik bir güvensizliğe götürmektedir. Ontolojik güvensizlik mekan değiştirmekle, ya da maddi güvenlik tedbirleriyle giderilemez. Önce imanı kuşanmak gerek. "Ey İman Edenler! İman ediniz."