Vicdanları uyandırmak
Bizi kuşatan çok farklı din, ideoloji ve felsefi düşüncelerin temel iddiaları bize mutluluk getirmektir. Bu, üzerinde iyi düşünüldüğünde aslında büyük bir iddiadır. Zira insan hayatındaki köpük kısmı çıkardığınızda, mutluluğun en önemli hedef haline geldiğini görürsünüz.
Peki mutluluk nasıl sağlanır? Elbette bu insanların bakış açıları, ufukları, hayattan beklentilerinin yükseklik ve düşüklüğüne; hatta mutluluğu nasıl tanımladıklarına göre değişebilen bir şeydir. Ama yine de söz gelimi, dünyada adaletin olması insanı mutlu eder. Ailesi, arkadaşları vb. sağlıklı ilişkiler insanı mutlu eder. İnsanın mutlu edebilecek birçok ögelerden bahsetmek mümkündür. Geçmişten bu yana felsefecilerin önemli başlıklarından birisi mutluluk olmuştur.
Mutluluğu kendi içerisinde ikiye ayırma eğilimindeyim. Birincisi; imkansal mutluluk, diğeri de araçsal mutluluk. Bu ayrımı, insanların biraz da daha çok sahiplik elde etmekle mutluluğa ulaşacağı yaygın düşüncesinden mülhem kullanıyorum. İmkansal mutluluk, insanların ancak yeterli ve hatta daha fazla maddi ögelere sahip olunduğunda mutlu olacağını düşünenleri ifade etmektedir. Araçsal mutluluk, ise, bu tür maddi ögelerin sadece araç olduğunu, bunlara sahip olmakla nihai mutluluğun elde edilemeyeceğini ve hatta maddi ögelerin mutsuzluk sebebi olabileceğini düşünenlerdir.
İnsanlar gündelik hayatta her ne kadar "parayla saadet olmaz" türünden sözleri çokça söyleseler de, gündelik hayat ve pratikler, toplumda çoğunlukla birinci tür mutluluk anlayışının revaçta olduğuna dair bize göstergeler sunmaktadır. Buna ek olarak özellikle Türkiye'nin son 40-50 yıllık şehirleşme ve dışa daha açık modernleşme serüveni ile bunların toplumda meydana getirdiği değişimler de dikkate alındığında, "maddiyatçı bir toplum haline geldik" sözlerinin niçin daha çok söylenmeye başladığını da anlayabiliriz.
Toplumları yaşatan şey; bir değer ekseninde tekrar dirilmektir. Değerler toplumda giderek eridiğinde, ne kadar çok maddi ögelere sahip olduğunuz çok önemli olmayacaktır. Çünkü değerlerin kaybolması, güvensizlik, içe kapanma, büzüşme, ilişkilerin içtenliğini ve samimiyetini kaybetmesi ve nihayetinde insanın hayattan mutsuzluk duymasını beraberinde getirecektir.
Bugün tam da bu sorunlarla malül olarak yaşamaya başladık. Bugün Batı'da insanın ölümü"nden bahsedilmesinin bir anlamı da budur. İşin enteresan tarafı, hemen bunun arkasından dinlerin ve ideolojilerin bu durumu düzeltmek üzere devreye girmeleri isteniyor. Herkes kendi sahip olduğu ideoloji, din ve felsefi görüşün, yaşanan buhranları düzelteceğini iddia ediyor. Ama bu perspektifte de sorunlu olan taraf şu: Bu ideoloji, din ve felsefi düşünceler, sanki sorunları otomatik düzeltecek mekanizmalar olarak algılanıyorlar. Şimdi şu ifadelere bakalım: "İslam gelecek ve her şey düzelecek", "kominizm gelecek ve her şey düzelecek." Bu ifadeler, temel perspektifi "insan"a odaklamadan İslam ve kominizmi mekanik bir düzeltici olarak görüyor ve aslında sadece sorunları erteleyerek görmezden gelinir kılıyor.
Şunu hemen ifade edelim ki, insan düzelmeden hiçbir şey düzelmez. Bu sebeple herkes önce kendisini düzelterek işe başlamalıdır. Yoksa bugün başkasına gelen zarar, iki gün kendisini gelip bulacaktır.
ölçeğinde yaşanan adaletsizlik, çatışmalar, sömürgeler, köleleştirme vb. tüm bu zafiyetler için önce insanın vicdanının uyanık olması, vicdanların itiraz etmesi, vicdanların hükmetmesi gerekiyor. Bunun için acilen vicdanları uyandırmak lazım geliyor. Ölmüş vicdanları hiçbir ideoloji ve din uyandıramaz.