Dolar (USD)
34.46
Euro (EUR)
36.55
Gram Altın
2921.40
BIST 100
9232.9
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Kasım 2024

​Vicdanın İflası

Teknolojinin gelişimiyle insanlığın gerileyişi arasında doğrudan bir bağ var. Teknoloji yükseldikçe insanlık aşağı düşüyor. Teknolojiye doğru atılmış her adım insanlık yürüyüşünün tökezlemesine, onun açtığı her çukur bedenin, ruhun, zihnin o çukurlara yuvarlanmasına yol açıyor. İnsan ile doğanın sentezinden doğan göz kamaştırıcı üretimler artık eskiden olduğu gibi ona fayda getirmiyor, bilakis her yeni keşif onun başka bir boyutunun silikleşmesine, kaybolmasına yol açıyor. Aklın doğayı kullanarak insanı yüceltmesi, doğanın yapı taşlarını inşa ederek boyunu uzatması devirleri çoktan sona erdi. Akıl artık içine düştüğümüz devasa bir bataklıktan başka bir şey değil. Onun her çırpınışı bizi biraz daha çamura beliyor, biraz daha çirkinleştiriyor, biraz daha nefessiz bırakıyor. Artık kurulan köprüler ırmağın iki yakasını birbirine bağlamıyor, kıyıları görünmezleştiriyor. Duvarlar rüzgardan, ateşten, yağmurdan, kötülükten korumuyor rüzgarı, ateşi ve yağmuru, yanı sıra kötülüğü şeffaflaştırarak insanın sonunu hazırlıyor. Yollar şehirleri birbirine bağlamak yerine güzergahtaki temaşanın büyüsünü yok ediyor. Teknoloji eşliğinde hep birlikte agnostik bir kara deliğe doğru sürükleniyoruz. Kendimizle birlikte, üzerinde yaşamın olduğu tek gezegeni de bu muhteşem küreyi de tarla farelerinin açtığı çukurlar benzeri kendimizle birlikte kayganlaştırıyor, üzerinde yürünmez, her adımın tehlike barındırdığı, nefes alınmaz, yaşanmaz hale getiriyoruz.

Bugün teknoloji, daha güzel bir dünya inşa etmenin, daha güzel bir dünyada yaşamanın imkanlarını genişletmiyor. İnsanı, duyguları, dünyanın sınırlarını küçültüyor, daraltıyor. Savaş teknolojileri, ömrü uzatmaya yönelik farmakolojilerden çok daha fazla çalışıyor, çok daha fazla üretiyor. Bombalar, dünyanın bir tarafından öteki tarafına besin lojistiğinden daha hızlı ulaştırılıyor. Devasa vinçler dünyanın şekilsizliğini düzleştirmeye çalışırken yukarıdan atılan her bomba tarla farelerinin yarattığı çukurlardan çok daha fazlasını yapıyor. Çevreciler hapse tıkılırken çevreyi çöplüğe dönüştürenler kahraman ilan ediliyor. Yok etme arzusu yeşertme iştiyakından çok daha hızlı yayılıyor. Korku sevginin sınırlarını zapt ediyor ve güvenlik politikaları sağlık politikalarından çok daha fazla rağbet görüyor. Kitlesel körlük güvenlik politikalarını besledikçe insanın, düşüncenin, doğanın tür çeşitliliği azalıyor. Sadece tenlerin değil, tarlaların, besinlerin, düşüncelerin, duyguların üzerine fosfor bombaları atılıyor. Üstelik bütün bunlar sözüm ona insan adına, insan için, insanlığın menfaati için yapılıyor. Tuhaf bir ironiyle karşı karşıyayız: Dünyayı yok etmeye çalışanlar, tam da onun yeryüzüne indiği yerde, tam da medeniyetin kurulduğu yerde, tam da düşüncenin filizlendiği, insanın insanca yaşama iradesi gösterdiği yerde bu bitişin, bu kitlesel imhanın acı çekmeye son vereceğini haykırıyor. Sanki acıyı bitirmenin tek yolu ölümden geçiyormuş gibi. Şöyle deniyor onlara: Dünya artık o kadar yaşanmaz hale geldi, hayat artık o kadar çileli bir sürece dönüştü ki ölün ve kurtulun. Ölerek kurtulun. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’ya söylediği budur. Burayı o kadar, öylesine cehenneme çevirdik ki kurtuluş için ölmekten başka çareniz yok. Ağrılarınızı bitirecek olan tek yol ölümün bizatihi kendisidir. Tıpkı bir kanser hastasının acıların pençesinde yüreği yırtılırcasına bağırır, ulurken Tanrı’dan medet umması, ölümü acıyı sonlandıracak tek çare görmesi gibi. Amerika Birleşik Devletleri teknolojinin gelişim sürecinin son noktası, zirvesidir ama aynı zamanda kanserin, ağrının, acının da kendisidir. Bu o kadar, öylesine böyledir ki bugünlerde ülkesi Amerikan desteği ve İsrail marifetiyle yerle bir edilen Amin Maalouf sanki bugünleri görmüşçesine birkaç yıl öncesinden şöyle seslenir: “ABD Ağustos 2021’de Afganistan’dan oldukça kaotik bir şekilde çekildiğinde, Amerikalılar ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını ve buna kesinlikle ikna olduklarını açıkladılar. Üstelik yürüttükleri muhakeme çürütülemez görünüyordu: Amerika bir hiç uğruna bu ülkede yaklaşık yirmi yılda bir trilyon dolar harcamıştı! Bu söylenen, ‘doktor’un iyi niyetinin ve ‘hasta’nın şifa bulmaz olduğunun kanıtı değil miydi?” Oysa oraya aktarılan paranın % 95’i Amerikan askerlerine, silahlarına, cephanelerine, erzaklarına, kamplarına ve yerel yardımcı kuvvetlerin eğitimine gitmiştir. Kurtarmak için, demokrasi getirmek, daha insanca yaşanacak bir sistem kurmak için harcadıkları para ise bu tutarın sadece % 2’sidir. O da muhtemelen işgal ettikleri topraklarda kendilerine mıntıka temizliği yapan yerli işbirlikçilere gönülsüzce aktarılan paradır, dahası değil. Orayı işgal ederek taş taş üstünde kalmayacak bir kıyameti yaşatmak yerine o parayı Afgan halkının maarifine, bilimine, sanatına harcasa dünya çok daha güzel bir yere dönüşmez miydi? Kalıcı nefret yerine kalıcı sevgi tohumları ekmiş olmaz mıydı? Teknolojisini öldürmek yerine yaşatmak için kullansa bugün haydut olarak anılan sıfatını çok daha olumlu çağrışımlarla donatmaz mıydı? Bir zamanların Meksika başkanı Porfirio Diaz “Zavallı Meksika, Tanrı’ya bu kadar uzak, ABD’ye bu kadar yakın” derken acaba biraz da Afganistan’ı mı gözünün önüne getirmişti? Öyle ya teknolojinin motor gücü, baş mimarı olan Amerika, dünyanın geri kalanına “ya düşmanımsınız ya da uşağım” demenin ötesinde neyi söylemektedir? Tanrı’ya uzak, Amerika’ya yakın oluşun faturasını çekiyoruz belki de. Ama belki de teknolojiye yaklaşırken vicdana uzak düşüşümüzün, sloganın kucağına otururken sağduyu tarafından tekmelenişimizin, başkalarına yaklaşırken kendimizi terk edişimizin faturası bu, başka ne denebilir?!.