Vicdanın dili
Filistin’de bir
katliam var. İnsanlar, kadınlar, çocuklar sistematik olarak katlediliyor…
Güçlüler güçsüzleri, kötüler iyileri öldürüyor, geriye kalanların hepsi
seyirci. Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Yahudi’si, Hindu’su, inananı, inanmayanı,
Amerikalısı, Çinlisi, Türkiyelisi, İngilterelisi, Avrupalısı, Asyalısı,
yetkilisi, yetkisizi, zengini yoksulu gözlerini gerçeğe kapamış, sadece kendi
işiyle uğraşıyor. Gözleriyle seyirci,
kulaklarıyla seyirci, vicdanlarıyla seyirci; inançları, ahlakları, kutsal ve
beşeri değerleriyle herkes seyirci… Güçsüzlük güce, merhamet zulme, iyilik
kötülüğe, vicdan pervasızlığa, güzellik çirkinliğe kaybediyor. Vaziyet alış,
derinliğini yitirmiş duayı; silahları kuşanış resmi kınamayı, yıkıp yok ediş
tamir etmeyi yeniyor. Hayvanlık içgüdüsü insanlık sağduyusunu paramparça
ederken ufuklar kararıyor, bulutlar soluyor, umutlar kuruyor, insanlıktan beklediğimiz
son çığlık zerreleri de bütün bunların arasına karışıp kim bilir ne zaman,
nerede, kim veya kimler tarafından bulunmak için kaybolup gidiyor.
Orada,
bulunduğumuz yerin hemen yanında, aynı göğün altında, aynı gezegenin üstünde
her an, her saniye insanlıktan bir parça daha kopuyor ve biz bundan habersizce
gündelik işlerimizin peşinde koşturup kendimize göre keyif alanları, kendimize
göre kaygılar, beklentiler, hayallerle yaşayıp gidiyoruz. Bir gün hepimiz
öleceğiz. Bu dünyadan hiçbirimiz sağ çıkamayacağız ama bu çağın tanığı, o
insanların katledilişinin seyircileri olarak tarihteki kirli yerimizi alacak,
belki burada, belki öteki tarafta bunun hesabını milimi milimine ödeyeceğiz.
Kınamalar yapıldı, sonuç vermedi, yürüyüşlerle sokaklar aşındı ama insanlığın
vicdanında en ufak bir kımıldama olmadı. Birleşmiş Milletler soykırım kararı
çıkardı, yapanlar, yaptıklarını yapmayı sürdürüyor. Ne İsrail ne Amerika ne de
İngiltere dünyanın geriye kalan kısmının yaptıklarını ciddiye alıyor. Kim ne
derse desin, kim ne yaparsa yapsın zalimlerin bir kulağından girip öteki
tarafından çıkıyor ve Filistin topraklarında eşine az rastlanır bir katliam
katlanarak devam ediyor. Üstelik şiddet arttıkça seyirciler nezdinde
normalleşiyor, katliamın boyutları genişledikçe duyarsızlık olduğundan daha
belirgin hale geliyor.
Filistin’deki
insanların gövdelerinin parçalandığı yerde, dünyanın geriye kalan yerlerindeki
insanların inançları, ahlakları, vicdanları tuzla buz oluyor. Atılan her bomba,
insanlığın özene bezene bugüne ulaştırdığı değerlerin üstüne düşüyor, tarih de
medeniyet de kültür de yok oluyor. Filistin’de sadece Filistinliler, dünyanın
diğer yerlerinde ise bütün bir insanlık ölüyor. Bir yerde ölen gövdelerken
diğer yerlerde can çekişen zihinler ve ruhlar oluyor. O zihinler yine de
planlar yapıyor, o ruhlar yine de kaldığı yerden inanmaya, inandıklarına
inanmaya devam ediyor. Ne ibadetler dünyanın gidişatını değiştirmeye ne zihniyetler
kötülüğü engellemeye yetiyor. Devasa bir riyakarlık bulutu yerden göğe
yükseliyor, atmosferi kuşatarak bütün bir insanlığın teneffüs ettiği havaya
dönüşüyor. Tek kişilik hayatların konforu bozulmasın diye bir avuç insanın
hayatları ellerinden alınıyor. Sağda solda, aramızdan bazıları, hem de inanç
fark etmeksizin bu katliama dayanamadığı için intihar ediyor, kendini ateşe
veriyor, varlığının tamamını kurban veriyor ancak yine de olan, olması gerekene
tahvil edilemiyor. Özellikle İslam dünyası, başta yöneticileri olmak üzere, son
birkaç yüzyılın en şahsiyetsiz, en kişilikten yoksun, en sinik, en insafa ve
vicdana sığmayacak suskunluğunu yaşıyor. Zaten dünya çapındaki sorunlara çözüm
üretme refleksini çoktan yitirmiş, hayatı kendi hayatından ibaret addeden bu
devasa camia şimdilerde kendi konforu bozulmasın diye üç maymunu oynamaya devam
ediyor. Görmüyor, duymuyor, bilmiyor. Slogana gelince mangalda kül
bırakmayanlar, iş eyleyişe ve faturaya gelince tabanları yağlayıp kaçıyor.
Tıpkı Myanmar’da, Saraybosna’da, Hocalı’da, Uygur Türklerinin katledilişinde
olduğu gibi burada da kılını kıpırdatmadan ama kendini insanca yaşadığına
inandırarak bön gözlerle olup bitenlerin şahidi olmayı sürdürüyor.
Bütün bu
hercümercin ortasında kutsal günler birbirini takip ediyor. Recep Şaban’ı,
Şaban Ramazan’ı getiriyor ve haftaya İslam alemi bir aylık oruç tutmaya
hazırlanıyor. Kafasını kuma gömen, insanlığını konforuna rehin verenler sözüm
ona ruhlarını ve bedenlerini arındırmak için oruç tutacak, geçmiş bir yılın
hesabını verecek, gelecek bir yılın hesabını yapacak. “Komşusu açken tok yatan
bizden değildir” denecek, “Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidir, bir yeri
ağrıdığında bütün vücut bitap düşer” denecek, bin çeşit yiyecek içecekle
donatılan masalarda iftarlar açılacak ama bırakın aç bırakılmayı komşuları
ölürken seyirci oldukları hatırlatılmayacak. Filistin’in vücudun hangi organını
temsil ettiği, onun ağrısının vücudun neresinde semptom yarattığı söylenmeyecek,
söylenemeyecek veya sadece söylenmekle kalınacak.
Söz cümleye
dönüşünce vicdanın dili tutuluyor. Cümleler çoğaldıkça merhamet tenhaya
sığınıyor. Konforun insanlıkla yer değiştirdiğini başka türlü nasıl izah
edebiliriz ki? Eyleme dönüşmeyen vicdan ne kadar da sahipsizmiş öyle…