Vesayetten kurtulmak
İnsan bir toplumsallık ve kültürellik içinde yaşar. Bu anlamda insan belirli somutluklar içinde gelişir; yani soyut boşluklarda durmaz. Toplumsallık ve kültürellik, modern zamanlarda çokça tartışılmıştır. Kimi düşünürler ve sosyologlar kültürün insanı ciddi ciddi belirleyiciliğinden söz etmişlerdir. Belki bu anlamda bir belirleyicilikten bahsedilemese bile, tarihsel akışa ve olaylara ciddi olarak bakıldığında, kitlelerin büyük oranda davranış ve reflekslerinde varolan kültürelliğin dışına çıkamadıkları gözlemlenmektedir.
Kültürel ve toplumsal ilişki biçimlerinin konumuz bağlamında önemi, bunların içeriklerinin, çoğu zaman geçmişten aktarılan tarzların insanlar üzerindeki belirleyiciliğidir. İnsanlar içine doğdukları toplumda varoalan ilişki biçimlerini çoğu zaman sorgulamadan kabul etme eğilimindedirler. Doğrusu ben bunu özellikle devlet ve sivillik ilişkileri çerçevesinde epeyce gözlemleme imkanı buldum.
Meselâ; 1789 Fransız İhtilali’nin ardından dünyaya yayılan bazı sloganların yanı sıra, imparatorlukların dağılarak modern-ulus devletlere geçilmiş olması, modern devletin toplumda yaşanan insanlar arası ilişkilere nüfuz edici doğası sebebiyle sivil alanları daha çok absorbe etmesi, modern zamanlarda İslam dünyasında devlet-sivillik ilişkilerine dair tartışmalarda ve genel kabullerde de belirleyici olmuştur. Teoriyi başa dönerek yeniden kurma yerine, praxis teoriyi neredeyse dönüştürmüştür.
Bugünkü asıl meselem insanların, toplumdaki farklı ilişki biçimlerinde bir vesayet altına sokulmasıdır. Bu vesayetleri ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitsel ilişki biçimlerinde gözlemlememiz mümkündür. Üstelik de vesayetler, tevarüs ettiğimiz kültürellik ve toplumsallığın içinde işlemeye devam ettiklerinden, bir aşamadan sonra vesayeti tekrar üretme ve pekiştirme işlevleri de görürler. Kültür ve toplum, insanın belirli bir iz üzerinde (gelenekler vb.) yaşamasını temin etme bakımından önemli olmakla birlikte, bir noktadan sonra insanın gelişmesine ket vurma gibi işlevleri de olur. Tam da burada peygamberleri hatırlamanın zamanıdır. Peygamberler kültür ve geleneği inkar etmeden, onları aşabilen insanlardır. Bu yüzden toplumlarda değişimin öncüsü olurlar.
İslam’ın temel hedefi, insanı öncelikle kendi üzerindeki vesayetlerden kurtarmaktır; en başta da din ve Tanrı adına oluşturulan vesayetlerden kurtarmaktır. Nitekim Hz. Peygamber (SAV), Mekke aristokrasisinin toplumun geneli üzerinde kurduğu siyasal, ekonomik, kültürel tahakküme meydan okuyarak gündeme gelmişti. En başta tek bir Allah’ı kabul etmek, insanın insana kulluğunun önüne geçmek; dolayısıyla insanı özgürleştirmek. İnsan, bu vesayetlerden kurtulmadığı sürece kula kulluğa Tanrı adına devam eder; birinden kurtuldum zannederken diğerine yakalanır.
Hz. Peygamber, insanlara bu vesayetten kurtulmayı teklif ederken yeni bir insan profilini, o günkü kültürellik ve toplumsallık içinde yeniden üretmeyi başarmıştı. Özgür kalan, vesayetten kurtulan insan, dünyaya daha sağlıklı olarak bakmaya başlayacağından yeni bir dünya ve zihniyet inşa etme konusunda daha başarılı olabilecektir.
Şimdi dünya ölçeğinde farklı düzeylerde bir vesayet yaşanmaktadır. Bu vesayet, gerek küresel gerekse yerel ve bölgesel daha küçük düzeydeki ilişki biçimlerinde hep izlenebilmektedir. “Bizi vesayetten kurtaracağını” söyleyenler bir başka vesayet altına sürüklemektedir. Arada kendisini gösteren cılız seslerin ise, itirazları bizzat vesayetin kendisine değildir.
Dünya ve özelde Türkiye yeni bir yol ayrımının eşiğine gelmiştir. Patinaj yapmaktan kurtulmanın ilk adımı, vesayetten kurtularak yeni insan profili üretmektir. Bu yol çok uzun ve zordur. Ama bu zamana kadar cesaret edilmediği için sil baştan yapmaya devam ediyoruz.