Vesayetçi Kemalizm hortluyor mu?
Son günlere yaşanan olayların pek hayra alamet olmadığını söylersek abartmış olmayız. Olup bitenleri her yıl 10 Kasımlarda yaşanan rutin tartışmalardır diye hafife almak doğru değil. Yaşanan olayları serinkanlılıkla masaya yatırmak ve iyi analiz etmek zorundayız.
Anlaşılacağı üzere son günlerde birdenbire ortaya çıkan Kemalist ve anti Kemalist çıkışlardan bahsediyorum. Kemalist reflekslerin bu kadar sakil, bu kadar ayrıştırıcı, kin ve nefret dolu, bu kadar düşmanca ve bu kadar kutuplaştırıcı olmasına alışmadık değil. 15 Temmuz’da sâlâ okuyan imamların ve müezzinlerin bizzat camilerde tartaklandığını gördükten sonra başka söze gerek yok sanırım. Muhasebeci Kenan’ın Türkçe ezan çıkışı ve bir grup taraftarın sokakta “hoca asma cami basma” hezeyanları da son günlerde gözümüzün içine baka baka hortlatılan bir vesayetçiliğin sosyal tezahürleri. Tabi işin arka planında tahrik, provakasyon, halkı sokağa dökme ve kışkırtma isteği pekâla olabilir.
“Atatürk yarım bir ilahtır!!!”
Diğer taraftan Edirne’de bir üniversite öğrencisinin “Atatürk ilah değildir” şeklindeki tespiti karşısında geçmişi-sicili bozuk olduğu iddia edilen bir hâkim tarafından tutuklanarak cezaevine gönderilmesi de vesayetçi tahrikçiliğin boyutlarını bir kez daha göz önüne seriyor. Cezaevine gönderilen öğrenci bir kız ve üstüne üstlük Atatürk’ü Koruma Kanunu’na muhalefet de etmemiş. Yani ortada bir hakaret ya da aşağılama söz konusu değil. Sadece bir gerçeği dile getirmiş. Tabi olarak gerçekler, ülkenin beyaz Türklerinin canını acıttığından ya da bir kısım tahrikçilerin ekmeğine yağ sürdüğünden olacak, kızcağız apar topar tutuklanarak cezaevine gönderildi. Osman Nuri Çerman, Falih Rıfkı gibi nasipsizlerin Mustafa Kemal’i tanrılaştırma, ilahlaştırma, rab mertebesine çıkarma girişimleri ya da Cumhuriyet Gazetesi’nin 5 Ağustos 1935 nüshasının manşetinde ifade edildiği gibi “Atatürk yarım bir ilahtır” şeklindeki çıkışlardan sonra bu izi takip eden putperestlerin ağzını açanı cezaevine tıkması bir tesadüf olmasa gerek.
Topluma düşen görev
Atatürk ve Kemalizmi yıllarca ülkenin dindarlarının üzerinde bir baskı aracı, bir zulüm makinasına dönüştüren pembe popoşlu Türkler ve onların kadim destekçisi dönmeler, bugün elbette milleti birbirine kırdırmak için ellerinden gelen tezgâhı piyasaya süreceklerdir. Şimdi bu noktada topluma bir görev düşüyor: Bu kirli oyuna, bu tezgâha gelmemek ve serinkanlı olmak. Çatışmaya, kavgaya, şiddete, sokak savaşlarına, ötekileştirmeye, ayrıştırmaya, düşmanca tutumlara fırsat tanımadan usulet ve suhuletle hayatın günlük akışını devam ettirmek. Şu saatten sonra ne antikemalistlerin eleştirileri bu topluma bir yarar sağlar ne de kemalistlerin aşırıcı, tehditkar, vesayetçi tutum ve davranışları. Her iki kesim de bu ülkenin sadece kendilerine ait olmadığını kabullenmek ve birbirine saygı duyarak yaşamak zorunda olduklarını hissetmek zorundadırlar. Taban kendi içinde birbiriyle kavga ederse birileri bunu fırsat bilerek bu ülkenin sokaklarını kan gölüne çevirecek kirli planlarını sahaya indirmekten çekinmeyeceklerdir.
15 Temmuz’da yapamadıklarını laik-antilaik, Kemalist-Antikemalist, Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi hassas alanlar üzerinden kavga ve çatışma çıkararak yapmak isteyeceklerdir. Yapmak istedikleri şey ise açıktır: Ülkede bir iç savaş çıkararak ülkeyi bölmek ve Türkiye’yi terör örgütlerinin yuvası hâline getirerek yabancı işgaline zemin hazırlamak. Evet mesele bu kadar ciddidir ve bu kadar hassastır. Güçlenen Türkiye’ye karşı saf tutan şer güçlerin bu kirli planını tersyüz edelim ve tahriklere kapılmayalım.
Farklı dünya görüşlerine, farklı yaşam biçimlerine, bambaşka siyasi görüşlere, farklı inançlara sahip olabiliriz. Bu farklılığımız birbirimizi kışkırtmamızı, birbirimizle kavga etmemizi, birbirimizi doğramamızı gerektirmez. Birbirimizi sevmek zorunda da değiliz. Ancak birbirimize saygı duymak zorundayız. Bu saygıyı tesis edemezsek, birbirimize tahammül edemezsek bu ülkeyi tek vücut halinde ayakta tutamayız. Bırakın isteyen istediğine inansın. Adam ben ille de putperest olacağım diyorsa önünde duracak değiliz. Biz yalnızca uyarmak ve hakikati işaret etmekle mükellefiz. Islah olmayana “leküm dinikum veliyedin” der geçeriz. Ancak birileri bunu istismar edecek olur da “vay sen nasıl ilah değildir dersin” diyerek bir mazlumu hapse göndermeye cüret edecek olursa meşru yollardan mücadelemizi de vermekten çekinmeyiz. Bu vesileyle Edirne’de yaşanan zulmü nefret ve şiddetle kınıyorum!