Vesayet Odaklarının Kaleleri Yıkılıyor
Türkiye’de millî iradeyi önemsemeyen ve darbeleri destekleyen vesayet odaklarının kaleleri tek tek yıkılıyor. Vesayetçilerin son yıllarda yaşadığı gerginliğin temelinde bu gerçek yatıyor.
Büyük Yunus’umuz, “Her dem yeni doğarız / Bizden kim usanası” diyor. Binlerce yıllık devlet geleneği olan büyük bir milletin soylu ve talihli çocuklarıyız. Cemil Meriç ve Kemal Tahir gibi Türkiye’nin cins kafalarından biri olan Attilâ İlhan, ABD’yi gözünde büyütenlere, “Abartmayın, bu devletin bütün tarihi, bizim Osmanlı’nın gerileme dönemi kadar ancak var.” demişti.
Ülkemiz bugün devletiyle, milletiyle, hükümetiyle, ordusuyla ve bütün zinde güçleriyle dünyanın en itibarlı ülkeleri arasında yer alıyor. Artık Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Akdeniz’de, Ortadoğu’da çok nüfuslu devletler, plânlar yapıp tuzaklar kurarken, “Durun bakalım Türkiye bu konuda ne diyecek?” diye düşünmek mecburiyetinde kalıyorlar. Aksi takdirde kurulan tertipler geri dönüyor. Geçmişten beri bütün âlimlerimiz, mütefekkirlerimiz, münevverlerimiz, yazarlarımız, ilim adamlarımız hep ümitvar olmuş ve sevenlerine, parlak geleceği işaret etmişlerdi. Verilen o müjdelerin tahakkuk ettiğini bugün görüyor, Rabbimize şükrediyoruz. Onlar “kışta” gelmişlerdi ama biz “cennetâsâ bir baharı” yaşıyoruz. Bir zamanlar “yetmiş sente muhtaç” olan Türkiye, pandemi süreci içinde dünyanın 100’den fazla ülkesine yardım etti. Şanlı ecdadımızın kutlu yolundan gidip örnek ülke olduk, şükürler olsun.
Türkiye’nin Kalkınma Hamlesi
Neredeyse her gün yeni açılışlara şahit oluyoruz. Köprüler, havaalanları, tesisler, barajlar, hızlı trenler, kalkınma hamlesinin yüzlercesi vatandaşlarımızın hatta bütün dünya insanlarının hizmetine açılıyor. Sevinç gözyaşlarına dualar karışıyor. Ekonomisinin her geçen gün iyiye gittiği ülkemizde terör örgütleri büyük darbeler alıyor. DAEŞ ve FETÖ bitirilirken PKK şimdi hem ülkemizde hem de Kuzey Irak ve Suriye topraklarında can çekişiyor. “Mavi Vatan” Akdeniz’de sözümüz geçiyor. Katar’ı emperyalist ülkelere yedirmeyen Türkiye, şimdi de Libya’yı, sömürgeci, faşist ve vahşi Batılıların tuzaklarından kurtarmaya çalışıyor. Büyük acılar yaşayan güney komşumuz Suriye’den kaçan 4 milyon dindaşımız senelerdir topraklarımızda misafir ediliyor. Yunanlılar masum muhacirlerin botlarını kancalarıyla batırıp çocukları, yaşlıları ve kadınları dünyanın gözü önünde öldürmeye çalışırken bu alçaklığa biz seyirci kalmıyor, müdahale ediyoruz. Bunlar merhamet medeniyetimizin şahikaları…
Vesayetçiler rahatsız
Peki Türkiye’nin şahlanış ve atılım döneminden, bu topraklarda yaşayan herkes memnun mu? Büyük çoğunluk, kahır ekseriyet evet. Ama küçük bir zümre değil. Hırçın vesayetçiler, Türkiye’nin iyiye gitmesinden, itibar görmesinden, gelişmesinden, mazlumlara sahip çıkmasından büyük rahatsızlık duymakta. Eski yazarlarımızın “O kafa” dediği, Peyami Safa’nın “Mahutlar” diye tarif ettiği “vesayet odakları” korkunç bir ıstırap içindeler. Geçmişte ülkeye nizam vermeye alışmış olan bu güruh, zeminin ayaklarının altından kaydığını, haksız yere zapt ettikleri kalelerin tek tek ellerinden çıktığını görüyor ve kahroluyorlar. Dediğim gibi küçücük bir azınlık bunlar ama sesleri çok ve cırtlak çıkıyor. İktidara gelememenin asabiliğini, muktedir olamamanın ve hükümetlere yön verememenin sancısını çekiyorlar. Bu dış güdümlü vesayetçiler, Türkiye ile başka bir devlet arasında ihtilaf olduğunda ülkelerinin değil, karşı devletin yanında duruyorlar. Bu çirkinliği de utanmadan, arlanmadan herkesin gözü önünde yapıyorlar. Meselâ, döviz biraz yükselince neredeyse zil takıp oynuyorlar ama ekonomi iyileşince bu sefer fena hâlde huzursuz oluyorlar.
Yerli ve Millî olamadılar
Bu vesayetçiler hiçbir zaman yerli ve millî olamadılar. Aziz milletimizin bütün değerlerine hep tavırlı, hatta düşman oldular. Meselâ uzun yıllar Türkiye’mizi “başörtüsü zulmü”yle uğraştırdılar. 163’ncü Madde ile yarım asır dindar insanları rahatsız ettiler. “Tarikatçı” diyerek mütedeyyin insanlara zulmettiler. Bu arızaları gideren ve hürriyetlerin önünü açan Adnan Menderes, Turgut Özal ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı sevemediler. Geçmişte ‘dinî bir cemaat’ sandıkları için karşı oldukları FETÖ’nün ihaneti ortaya çıkınca bu kanlı örgüte de PKK gibi sahip çıktılar. Örgütün dinî bir cemaat değil, ABD güdümlü istihbarat örgütü olduğu anlaşılınca onu korumaya ve kollamaya başladılar. 17 Aralık 2013’ten 15 Temmuz’a kadar örgütü hararetle, cansiperane savundular. Darbe ve işgal hareketinde yine milletimizin yanında durmadılar, susup sonucu beklediler. Halkımızın dillere destan muhteşem zaferi yazmasından sonra bile ağız dolusu FETÖ’yü kınayamadılar, aksine arsızca ‘kontrollü darbe’, hayasızca ‘tiyatro’ deme cüretini gösterdiler.
Asla Demokrat değiller
Birkaç gazeteye, derneğe ve partiye sızmış olan vesayetçiler asla demokrat değiller ama ‘demokrasi’yi de ağızlarından düşürmezler. Aksine bütün darbeleri desteklemişlerdir. 27 Mayıs 1960 kanlı darbesinden 15 Temmuz 2106 işgal hareketine kadar hiçbir soysuz müdahaleye tavır koymamışlardır. Şehadeti göze alarak hainlere direnen yiğit insanlarımızı alkışlama yürekliliğini gösteremediler. Bugün bile şanlı ordumuz PKK’ya karşı “Pençe-Kartal” ve “Pençe-Kaplan” destanlarını yazarken bu kahramanlığını görmezden, duymazdan geliyorlar. Zira vesayetçilerin tek isteği, kendi hükümranlıklarıdır. Halkımızın iradesine hiç saygı duymadılar, bugün de duymuyorlar. Onlara göre yapılan seçimler önemli değil. Mesele, onların istediği başa geliyor mu? En çok istismar ettikleri Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet ve Deniz Gezmiş’tir. Üçü de bugün dirilse bu millet ve devlet düşmanlarına birer Osmanlı tokadı atar.
Ama bet sesleri yine çıkıyor
Geçmişte güçlü oldukları basında, yaptıkları yalan haberlerle, attıkları iftiralarla ülkeye yön vermeye çalışmış, halkın seçtiği iktidarları devirmeye çalışmışlardı. Şimdi güçleri azaldı. Ama bet sesleri yine çıkıyor. Hiç demokrat değiller. Meselâ yaklaşık 40 yıldır yönettikleri bir kitap fuarında her sene bir yazarı ‘onur konuğu’ olarak dâvet ederler. Ne hikmetse bugüne kadar tek bir milliyetçi, dindar, muhafazakâr, hatta liberal yazarı ‘onur’landırmadılar. Ama ne kadar sosyalist, komünist, sosyal demokrat, feminist varsa tutup hepsine nişanlar taktılar. Vesayetçiler, dediğim gibi küçük bir grup ama organizedirler. Basın ve sanat dünyasına, iş âlemine, meslek teşekküllerine yine despotça hükmetmek istiyorlar. Güçleri buna yetmeyince kandırdıkları bazı saftirik sağcıları da ‘dolgu malzemesi’ olarak kullanıyorlar. ‘Celladına âşık’ bir takım sağcılar da büyük bir ‘aşağılık kompleksi’ içinde vesayetçilerle kol kola girebiliyor. Yarın öbür gün işleri bitip misyonları sona erince nasıl tekme yiyeceklerini hesap etmiyorlar.
Ekilen tohumlar meyve veriyor
Yüzleri Batıya dönüktür vesayetçilerin. Bu toprakların kıymetini anlayamamış, iklimini tanıyamamış, irfanını sezememişlerdir. Ne Türkistan’daki millî uyanışı duyabilmiş, ne de Kâbe’deki dinî heyecanı hissedebilmişlerdir. Anadolu örfüne ise hep yabancı kalmışlardır. Şimdi devirlerinin kapandığını görüyor, sözlerinin geçmediğini fark ediyor, bu asabi ruh hâli içinde habire saldırıyorlar. Bütün bozuk ‘izm’lere kapılarını açtıkları hâlde gönül dünyamıza bir türlü yakın duramayanların acınacak hâli işte ortada… Büyük fikir, hareket, ideal ve dava adamları Bediüzzamanların, Arvasilerin, Tunahanların, Necip Fazılların, Arif Nihat Asyaların, Nurettin Topçuların, Ali Fuad Başgillerin, Sezai Karakoçların, Nuri Pakdillerin yetiştirdiği aydınlık ve memleketsever nesilleri görüyor, bu hayırlı ve umutlu gelişmelerden ürküyorlar.
Artık borunuz ötmüyor
Onlara şunu söylüyoruz: “Vesayetçiler! Artık borunuz, şehit kanlarıyla sulanmış bu mübarek topraklarda ötmüyor. Bu hakikati görün artık. Merhum Ahmet Kabaklı, ‘Müslüman Türkiye’ demişti. Evet, Türkiye Müslüman’dır ve elbette Müslüman olarak kalacaktır. Göndere çekilen al bayrağımız inmeyecek, minarede okunan ezanımız susmayacaktır! Bundan sonra ne yapsanız nafile, ne etseniz boş! Büyük Türkiye, yeniden diriliyor ve ayağa kalkıyor. Bilesiniz!”