Verdiğin senindir
İstanbul yalnızlığın zirvesinde...
Salgın yüzünden herkes can derdinde...
Sokaklarda, caddelerde, meydanlarda ne insan-ı kâmilden ne de belhûm adaldan kimsecik yok...
Koşuşturan yok...
Kaos yok...
Trafik yok...
Kaza yok...
Belâ yok...
Hırlı yok...
Hırsız yok...
Dahası ortalıkta insan yok...
Asâyiş hiç olmadığı kadar berkemâl!..
Şeytanın desiselerine teslim olan insanlık canıyla imtihan oluyor!.. Salgından hüküm giymişler affedileceği günleri iple çekiyor!.. Savcılar, hakimler bile verilecek ilahi kararı bekliyor!..
***
Ümmet, 11 Ayın Sultanı Ramazan eşliğinde Hirâ Nûr’da inzivaya çekilen Muhammed’ül Emîn gibi azabın rahmete dönüşmesi için dualar ediyor...
Evler birer Hirâ Nûr’a dönüşüyor!..
Ramazan hilâli eşliğinde bir işaret bekleniyor!..
Tefekkür halindeki sokakların sessizliğini sadece minarelerden yükselen ezan sesleri bozuyor!..
İnsanlık felaha, kurtuluşa davet ediliyor...
Kimse sokaklara çıkıp bu kutlu çağrının geldiği yöne gitmiyor, gidemiyor!..
Mescid-i Harâm boş!..
Mescid-i Nebevî boş!..
Mescid-i Aksâ boş!..
Camiler boş!..
Evlerini mescide çeviren ümmet, hastalıklarından arınmak için tefekkür halinde!.. İslamî bir şuurla saf, duru, gösterişsiz, riyadan uzakta.
***
Bu yıl 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, hem haftalardır edâ edilemeyen müminlerin bayramı Cuma’ya hem de Ramazan’a denk geldi!..
Emekçiler Taksim Meydanı’nda toplanıp, “İşçiler kardeş, patron kalleş” sloganları atamadı!.. Taksim Meydanı aylardır boştu, yine boş kaldı!..
Dünya boş!..
İstanbul sessiz!..
Her renkten ve milletten insanı barındıran mülteci kampı Aksaray semti ıssız!..
Yeryüzü vatandaşı olma özgüveniyle kısıtlamayı delerek sokağa çıkanlara karşı emniyet güçleri çaresiz!..
Pasaport yok, kimlik yok!..
Koronavirüs umurlarında değil!..
***
Aksaray’dan Beyazıt’a çıkan yokuşun sol tarafında gelene “hoş geldin”, gidene “güle güle” diyen gönüller sultanı Lâleli Baba makamında Fatiha bekliyor.
İstanbul’un kâdim eserlerinden Lâleli Camii ve külliyesi şifa niyetine dimdik ayakta duruyor.
Kulağımıza bulunduğumuz mâkâmda asırlar ötesinden bir hikâye fısıldanıyor...
Rivayet odur ki, Sultan 3. Mustafa Han, Allah dostu Lâleli Baba’nın sohbetinde bulunur. Ayrılacağı sırada Lâleli Baba’ya, “Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?” diye bir sual sorar. Lâleli Baba, “Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hâcetini yapabilmektir” der.
Bu cevaptan hoşlanmayan hükümdar hikmetli sözleriyle etkileyen bu zâta kalben itiraz eder.
Bu itiraz gönüller sultanı Lâleli Baba’ya mâlum olur.
Ziyaretin ertesi günü padişah şiddetli bir kabızlığa yakalanır. Hekimler seferber olur, envaiçeşit ilâçlar denenir. Şifa bulunamayıp acılar içinde kıvranan hükümdar hatasını anlayıp soluğu Lâleli Baba’nın yanında alır.
Hata ettiğini söyler. Şifa için duasını ister. Lâleli Baba, “Karşılığında ne vereceksiniz?” diye sorar. Sultan 3. Mustafa Han, “Senin bölgende yaptırdığım camiyi” cevabını verir.
Lâleli Baba “yetmez” der ve ekler, “Bu hâlden kurtulursun amma karşılığında saltanatını isterim”.
Sancılar içindeki Padişah, “Tamam, o da senindir” der.
Lâleli Baba dua eder, Sultan’ın sırtını sıvazlar. Padişah şifa bulur, lâkin saltanat elden gider.
Fakat Lâleli Baba’nın maksadı elbette saltanat değil, ders vermektir. Saltanatını devretmek için huzura gelen padişaha şu ibretlik sözü söyler: “Bir saltanat ki, bir def-i hâcete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize lâzım değil. Bize caminin adı yeter.”
***
Beyazıt Meydanı bu kadar mı boş olurmuş; kıyamet alameti!.. Çemberlitaş tramvay durağı güvercinlere emanet!.. Sultanahmet Meydanı, Eyüp Sultan’dan sonra manevi iklimin sembolü!.. 72 milletin uğrak yeri!..
11 Ayın Sultanı Ramazan buralara gelmemiş!.. Dini Yayınlar Fuarı’nda okurlarına kitaplarını imzalayanlar, geleneksel sanatları sergileyenler, Ayasofya’yı Sultanahmed’i ziyaret edenler, fıskiyenin etrafında özçekime hazırlananlar, iftar saatinden önce yer kapma telaşında olanlar gitmiş; kadim meydan kuşlara, kedilere kalmış...
Evler dışında her yerde “Ramazan gelmiş neyime!..” havası var.
İnzivaya çekilmiş Sinan’ın Süleymaniye’si...
Kadim belde tek başına...
***
Otobüste tek...
Tramvayda tek...
Şehir Hatları Vapuru’nda tek...
Açık kapı bulabilirsen camide tek...
Tek başınasın koskoca İstanbul’da...
Tek olmak Allah’a (c.c.) mahsus, insana değil!..
Huzur veren sesleriyle kuşlar güzel, amma insan gibisi yok...
Kedilerin dizinize yatıp mırıldaması hoş, lâkin insan gibisi yok...
Bir dostu görüp selamlaşamadıktan, sarılıp sineleri hoş edemedikten sonra sevginin ne anlamı var!..
Üsküdar Mihrimah Sultan ile Yeni Vâlide Camii arasında okunan çifte ezanlara kulak kesilip mihrapta Kâbe’ye yönelen imamların arkasında saf tutamadıktan sonra ibadetin ne anlamı var!..
Mescid-i Harâm’da, Mescid-i Nebevî’de, Mescid-i Aksâ’da, Eyüp Sultan’da, Fatih’te, Süleymaniye’de, Sultanahmet’te tilavet edilen ayetler, dualar eşliğinde sıkı sıkıya tutulan saflarda teravih kılamadıktan sonra Ramazan’ın ne anlamı var!..
Allah’a kul, İki Cihan Serveri’ne ümmet olamadıktan sonra dünyanın ne anlamı var!..
***
Orucu oruç gibi tutarsak;
Bir yetimin başını okşarsak;
İnfakta yarışırsak;
Ayet ayet indirilen Kur’ân-ı Azîmüşşan’ı yaşarsak;
Nasuh tevbesi yaparsak;
Günahlarımızı gözyaşlarıyla yıkarsak;
HAYATIN BİR ANLAMI VAR.
***
Unutma ey yolcu!..
Çok değil, iki nefes arası ömür dediğin...
Ve verdiğin senindir!..