Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

26 Haziran 2017

Vekalet Savaşları

Teknolojik gelişmelerin arka bahçesinin savunma sanayii olması, küreselleşen dünyada savaşların daha da yıkıcı askeri teknolojilerle ve çoğunlukla insansız savaş araçlarıyla yapılmasıyla sonuçlandı. Gelişmiş askeri teknolojilerin savaş kazanma ihtimali yüksek görünse de, ironik olarak bunun sosyal ve politik yıkımlarla sonuçlanabileceği ihtimali de bu çağın diğer bir gerçekliği. Irak ve Afganistan'da bir nevi çamura saplanan ABD, insansız yüksek teknolojiler yerine 'savaşmadan savaşmak' anlamına gelebilecek bir 'vekalet savaşı" kavramını açıkça icat etti. Bu türden bir savaşın, kesin zafer vaat etmese bile en azından iç politikada yaşanabilecek politik tahribatın önüne geçebilecek nitelikte olduğu değerlendirildi. Evvelde de istihbarat inceliğiyle yürütülen ve deyim yerindeyse insanların gözüne sokulmayan bu faaliyetler, Suriye iç savaşında net biçimde kendini gösteriyor. Örneğin son dönemde PKK'nın Suriye kolu PYD'nin 'kara gücü' olarak kullanılması vekalet savaşının net olarak vücut bulmuş bir haliu2026

Peki bu yeni savaş metodu Ortadoğu'da hegemonya arayan bölge ülkeleri için de bir usul haline geldi mi? Öncelikle Ortadoğu coğrafyasında 'hegemonya' arayışında iki karşıt kutup bulunduğu düşünülürse; bu karşıtlığın lider ülkeleri olarak şüphesiz Suudi Arabistan ve İran'ı saymak gerekiyor. Mezhepsel farklılıklar temelinde bölge üzerinde etkili olma çabası bu iki ülkeyi bir çok noktada karşı karşıya getiriyor. Bu aşamada, etki alanları için yapılan mücadelede karşı tarafın belirgin bir üstünlük elde etmemesi adına rakibin rakibi destekleniyor. Bu açıdan bakıldığında, literatürdeki benzetme ile "Soğuk Savaş"ın izleri günümüz Ortadoğu'sunda apaçık ortadau2026

Bu karmaşada hangi devletin hangi diğer devletleri veya örgütleri desteklediği, ancak görsel basında güncellenen renkli haritalarla insanlara anlatılabiliyor. Bahsettiğimiz vekalet savaşları sahada bir çok noktada kendisini gösteriyor.

  • İran şu anda Suriye ve Irak'ta önemli bir güç durumunda. Suriye'de Esed hükümetine kritik bir destek veriyorlar. Irak'ta da Şii milislerin desteklenmesinde kilit bir rol oynuyorlar. Lübnan'da Hizbullah üzerinden, Yemen'de ise Husiler üzerinden etkin olma çabaları ivmelenerek devam ediyor. Diğer yandan Filistin'de de Hamas'a yakınlaşma çabaları bir süredir açık bir destek haline geldiu2026
  • Suudi Arabistan ise aynı coğrafya da farklı gruplar ile etkili olma gayretinde. Suriye'de Esed muhalifi bir çok grubu destekliyorlar. Mısır üzerinde özellikle darbe sonrası ciddi bir etkinlikleri mevcut. Irak'ta ve Yemen'de de sünni gruplara önemli destekler sağlıyorlar.

Yani, bölgede yaşanan her çatışmanın arkasında oluşturulan iki kutbun lider ülkeleri olan bu iki ülkenin baskın olma çabasının etkilerini görmek mümkün. Burada şu notu mutlaka düşmek lazım; İran'ın Rusya ile Suudi Arabistan'ın ise ABD ile olan yakın ilişkileri ve stratejik ortaklıkları perdenin arka tarafında kalan önemli bir gerçeklik. Bölgede uygulanan stratejilerle ilgili olarak kullandığım Soğuk Savaş benzetmesi, uygulama sahasında bu iki küresel aktörün de vekilleri ile yürüyor diyebiliriz. Yani vekalet savaşları, vekalet alanların da vekalet verdiği girift bir yapıya bürünmüş halde...

O halde bu süreç nasıl sona erecek? Bu satranç ucu açık, sonuçları öngörülemez bir süreç mi? Kuşkusuz bölge için en olumsuz ihtimal büyük bir Sünni-Şii çatışması yaşanması yönünde olacaktır. Planlanan bu ise bunun ne kadar sürede gerçekleştirilmeye çalışılacağını hesap etmek gerçekten güç. Uluslararası planlar uzun zaman dilimlerine yayılabiliyor. Önümüzdeki onlarca yılda bunun üzerine konuşup analiz yapabileceğimiz gibi yarın sabah böyle bir gelişmeyle uyanma ihtimalimiz de bulunuyor. Bölge için en olumlu ancak gerçekleşme ihtimali en düşük olasılık ise bu ülkelerin hegemonya arzularını dizginleyerek, körüklenen mezhep ayrımcılığını söndürmeleri ve İslam çatısı altında birleşmeleri. Bu ihtimal ne yazık ki şimdilik olanaksıza yakın görünüyor.

Türkiye ise bu satrançta kendi planlarını uygulamaya devam etmek mecburiyetinde. Yanı başımızda cereyan eden, yaşanılan gelişmelerin bizi doğrudan ilgilendirdiği, inanç ve tarihsel bağlarımız olan ülkelerin sahnesine duyarsız kalmamız düşünülemez. Zaten bu gelişmelerin aynı zamanda haritalarda yaşanacak değişikliklere gebe olması duyarsız kalma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Vekalet baskılarına güçlü biçimde direnen ve kendi önceliklerini kararlı biçimde uygulamaya çalışan Türkiye, bundan sonra da süreci iyi okumak ve doğru adımları atmak zorunda.