Vefa kaldırım taşı değil…
Nasıl unutabiliriz ki...
Sene 1978 ve ben 15-16 yaşlarındaydım,
Yeni Asya gazetesinin Erzurum bürosunda çalışıyordum. Gazetenin merkezine
çalışmak için İstanbul’a gitmiştim… İlk
gurbetim, ilk heyecanlarım, ilk büyülenmem ve hayatın İstanbul’da ne çetin bir
ceviz olduğunu ilk deneyimimdi… Umduklarımdan ziyade bulduklarımı ve bir
sürü sıkıntıyı yaşamıştım… Erzurum’a geri dönmeyi düşünmüyordum, “beceremedi” durumuna düşmemek için.
İzmir’e gidip, rahmetli dayımda kalıp, bir iş bulup, çalışıp, para biriktirip,
tekrar İstanbul’a geri dönüp, yazılarımı, hikâyelerimi yazacaktım, gazetede de
çalışıp, meslek sahibi olacaktım ki sonrasında da öyle oldu...
Kalan son paramla İzmir’e bir bilet
aldım. Cebimde iki buçuk lira param
kalmıştı ve ben iki gündür açtım. Arada bir elimi cebime sokup, o iki buçuk
lira yerinde duruyor mu diye kontrol ediyordum çünkü o para tek servetimdi.
Hatta o parayı tuvalete bile vermezdim… O iki buçuk lirayı İzmir Mersinli Oto
Garından dayımların evine gitmek için belediye otobüsünde kullanacaktım.
Otobüs İzmir’e hareket etmişti…
Haziran sıcağı, İzmir’e ilk gidiş heyecanı ve açlık... Açlığımı bastırmak için muavinden istediğim suyu içiyordum. Otobüs
kasislerden geçerken, içtiğim sular boş karnımda lıkır lıkır ötüyordu, çıkan
sesle utanıyordum ve o utanç duygusu açlığımı bastırdığı da oluyordu ama
neticede yaz sıcağı ve iki günlük açlık beni bayağı silkelemişti... Ön
koltuktaki iki beyefendi nereli olduğumu sordular, onlarla tanıştım. İkisi de
Almanya’da çalışıyorlarmış, İzmirliymişler ve şimdi izin için gelmişler...
Otobüs ismini unuttuğum bir yerde yemek molası vermişti. Aşırı su beni
sıkıştırmıştı. İhtiyaç gidermek için uzaklaştım. Büyük bir tehlike atlatarak, koşarak, ter kan içinde otobüsün olduğu
yere geri dönmüştüm… Bana seslenildiğini işittim, dönüp baktım. Tanıştığım
o iki ağabeyi beni yemek yedikleri masaya çağırıyorlardı. Yanlarına gittiğimde
bana:
“ Delikanlı buyur yemek yiyelim”
dediler. Utanarak ve başımı öne eğerek:
“ Sağ olun, ben aç değilim” dedim.
Ama içimden hiç unutmayacağım öyle bir yalvarışta bulundum ki; Allah’ım, ne
olur ısrar etsinler ben çok açım. Allah razı olsun o iki beyefendi ısrar
ettiler, bende:
“Madem ısrar ettiniz” diyerek masalarına
oturdum. Garsonun saydığı yemek isimlerinden acaba peşimden gelen var mı
korkusuyla sağa sola bakınırken, kafa karışıklığı ile köfte diyebilmiştim... Köfte nasıl gelmiş ve ben köfteyi nasıl
bitirmişim inanın hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım; adamlar büyük bir
şaşkınlıkla beni izlerken, ben boş tabağa uzattığım çatalın tıkırtısıyla
kendime geldim ve bana:
“Delikanlı, yemen için sana başka
şey daha söyleyelim” demişlerdi. Utancımdan yerin dibine girmeyi hatta bir
köşeye çekilip, sessizce ağlamayı bile düşünmüştüm... Zaten yeni bir sipariş
veremeden molanın bitiş anonsu yapılmıştı. Otobüse bindiğimizde ikram ettikleri
çikolatayı yedikten sonra uykuya dalmıştım... Uyandığımda İzmir garındaydık,
herkes inmişti. Otobüste bir ben, birde direksiyon başında bana seslenen şoför
vardı. Şaşkınlıkla yerimden fırlayınca kafamı da çarpmıştım…
( Kısaltarak yaşadığım bu hadiseyi İnşallah
bir gün size olduğu gibi yazarım.) Şimdi gelelim neden bu hatıramı paylaştığıma…
O yolculukta, isimlerini unuttuğum
ama halden anlayan ve iyilikleri unutulmaz o iki beyefendilerin konuşmalarından
da birer solcu olduklarını anlamıştım... Solcuydular ama yerli ve milli ve de
hoş insandılar… 1978 Haziran’ın da
yaptığım o yolculuğu ve o iki kalender İzmirliyi belki yetmiş sekiz bin kere
hatırlamış ve Enver Yorulmaz ağabeyim gibi çok sevdiğim dostlarımın ısrarıyla
defalarca anlatmışımdır. Her aklıma geldiğinde; keşke adreslerini bilsem,
evime davet edip, yeniden defalarca teşekkür etsem diye iç geçiririm. Hala
aklıma geldiğinde dua ettiğim O iki insanın iyiliğini inşallah unutmayacağım ve
unutmaktan da Allah’a sığınırım, zira vefa bunu gerektirir...
Vefa
kaldırım taşı değildir… Vefa insan olmanın mührüdür... Vefa unutmayı değil,
hatırda tutmayı ister... Vefa nal düşmesin diye çivi olmaktır, okun kanadı
olmak, hedefi bulması için yelek olmaktır… Erkekliğin ve kadınlığın bile bir
vefası vardır o da LGBT’li hayattan uzak durmak ve onlara destek vermemektir...
Gördüğümüz iyilikleri, güzellikleri
kaldırım taşı edip, üzerinden geçmek öyle büyük bir nankörlük ve vefasızlıktır
ki… Kimden gelirse gelsin; yapılan güzellik ve bir iyilik alkış görmeli,
teşekkür görmeli ve Allah’a şükredilmelidir...
Evet, vefa kaldırım taşı değildir; yapılan hizmetler
hiçe sayılarak üzerinden geçilemez! Vefa; kim bu memleketin hayrına bir hizmet
yapmış ise değer verip, alkışlayıp, hakkını teslim etmektir. Önümüzde ki 14 Mayıs 2023 seçimleri
bizim vefalı olduğumuzu gösterme vaktidir... Son 21 yılda yapılan tüm muhteşem hizmetleri, eserleri nankörlükle
kaldırım taşı yapıp, üzerine basıp, geçip gidemeyiz!
Nasıl oy
verilir; PKK’nın bile desteklediği Kılıçdaroğlu’na? Erdoğan, yaptığı o harika
hizmetler için, o muhteşem duble yollar için elbette duble vefayı hak ediyor;
desteklenmeyi, oy vererek yeni hizmetler için kanatlanmayı hak ediyor... Ya
vefa gösterilip, teşekkür edilecek, ya da verilmeyen oyla vefasızlık
yaşatılacaktır... Seçim insanların, ama vefa vicdanındır… Ben vefaya ve vicdana oy vereceğim. Nasıl unutulur o yemek ve nasıl
unutulur son 21 yılda yapılan tüm harika hizmetler…
Tüm vefalı
insanlara saygı ve selamlarımla…