Ve Gazze çağırıyor bizi
Gazze, yıllar evvel Aksanın bir şehla bakışına gönlünü kaptırdığı şehir. Kimseler bilmeden yerin altından yüreklere kan ve gözyaşı ile akan boz bulanık gizli nehir.
Gazze,
vuslatın şehri, evvel ve ahir. Mescidi Aksa’dan kendini kendinden alan sihir.
Bezm-i canda bizim payımız, bugün sende taksim edildi.
Rima’nın
yanağına şehadet mührü, Meryem’e hicab, hicabı tutsak olmuş bir şehirdir Gazze. Kalu
bela şafağında, ruhum dilim dilim kesilir. Her paresi bir sevda okunun ucunda.
Döner dolaşır, üstüne ‘'Gazze'' diye yazılır.
Belki
kaderin bir cilvesidir, kim bilir. Kadim Şehri görmek için, Okçular Tepesi’nde bekleyen
zahir. Kendine zincirsiz bağlamakta pek mahir kutsal şehir.
Ah!
Heyhat! Bekle Gazze, Cennette kollarını açmış dedesi Ebu Ziya’yı bekleyen Rimam,
Bekle ki bir şeyler yazmak için, ‘'LAL'' olmuş dilimin çözülmesi gerek, sana dair.
Lakin korkuyorum. Dur, Zeytin Dağı’ndan gelen Feryadlara Kubbet-üs Sahra dan Ya
Rab! sesleri karışır, Meryem’in sarnıcına su yerine hüzün taşınır bugün.
Zira
varlık içinde yokluk, yokluk içinde varlık. Büyük kahır desem, belki Yakup
incinir.
Ey
kadim Kudüs, ilk kıblem, ilk hüznüm, Gazze çağırıyor. Artık kabuğunu kırma
zamanı, çıralar tutuştu, seher tutuştu, vaktidir bugün. Bir
bahar günü, Zeytin Dağı’ndan Gazze ye çıkmanın, Zekeriya'nın namazgahında
mırıldanıp, sonrada kol kol olup, Miracın son durağındaki Muallak taşının
gölgesinde sıralanmanın günüdür bugün.
Bırak
taş bilsin herkes seni, Kudüs ten Mekke ye, Mekke’den Gazze ye Hüzün ile bakar
mı hiç taş? Ve bakarken zeytin dağından yine
bu hüzün şehrine; baktığımızda, ufuklardaki şiirselliğimiz dile gelir hep.
Ey
Gazze Cennet’ten coşarcasına püsküren taşlardan bina edilmiş şehir. Peygamber
silsilesinin seccadeleri üzerinde kurulmuş kadim şehir. Bu
hüzünlü taşlar, cennet dışında bir yerden gelmiş olamazdı. Hani ya, bazen
cennet; ruhuyla bütünleştiğiniz yer olmalı diye geçiririz ya bir an içimizden.
Bu
yüzdendir belki, hüzünlü şiirlere, uçsuz bucaksız gökyüzüne ve Meryem in gözyaşlarına,
şahitlik etmiş taşlarla örülü bu şehre olan gözyaşımız.
Sonuçta,
her ne kadar gerçek olmasa da, büyüklerimiz göbek bağımızı bile toprağa
gömerlerdi ya, gömüldüğü yerde geleceğimizin şekillenmesi umuduyla. Göbek
bağımızın değil, insanlığın gömüldüğü kadim şehir Gazze.
Toprağın
ve gökyüzünün umutları yeşerten bir yanı vardır. Ama zamanla unuttu bunu
insanoğlu. Biz ise tüm bunlara sırtımızı
dönerek hep sevdik bu şehri ve bu şehrin kan ve Şehadetle örülmüş hüznünü;
çünkü onun içinde, Kaderle yazılmış farklı bir benlik bulmuştuk. Bu
benlik bizi büyüttü, Gazze’nin ve Aksanın çocuklarıyla, dar sokaklarında
oyunlar oynarken bu şehrin.
Ve
yine şafak vakti, sırtımı avludaki duvara dayamış, zeytin dağının doruklarından
esen havayı içime çekerken; Tarih’in, hüzün ve kokusuyla doluyor ciğerlerim.
Aldığım her nefeste yeni bir dünya filizleniyor zihnimin içinde.
Gözlerimi
kapatıp, etrafı dinlemeye koyulurken. Nil in, akarken nefesindeki hırıltı.
Hayfa ya, Celile ye akan, Nablus a akan; Gazze’de küçük generallerin gözyaşları
uğrar oldu bir an zihnime. Ve en önemlisi de o
ses vardı yine havada. Zekeriya yı saklayan, ağaç kovuğundan yükselen çığlık ve
Tekbir sesi.
Mekke'ye
bakan minberde ise kulakları patlatırcasına bir Nida, Yasir ailesinin müjdesi
okunuyordu; ‘'Sabret! Ey Yasir ailesi, size cennet vaad edildi''
Tam
vaktinde, özgürlüğün ve Hayber in sesidir kulaklara gelen.
O
çığlık ve müjde ile beraber bize, ‘'Haydi! Kır kabuğumu'' diyor Gazze. Ve Kudüs’te
zincirler kırılsın, baharlar gelsin diye.
Gelin;
Bir süreliğine misafirimiz olsun Hayallerimiz, Çocuklarla Beyaz uçurtmalar
uçuralım Aksanın bahçesinden Hayber'e.
Ve
Gazze Çağırıyor bizi.
Sabahında
Filistin’e uyandığımızda, ufuklardaki şiirselliğimiz olsun bu Zafer...