Ve eksik ölür insan
“Kâğıttanmış kederi kelimelerin
boşluğun acısı cümleden
ince”
Haydar Ergülen
Bir
şiir oku, bir şarkı dinle, bir türkü… Bir masal anlat. Bir hikâye, bir roman,
bir film… Bir ömür sev, bir ömür ver. Zamanın hem içinde hem dışında var ol.
Akıyor her şey. İnce ince sızlatıyor hasret. Çünkü denize dökülmüyor ırmaklar,
yatağında kuruyor.
Gecenin
misafiri midir yıldızlar? Sağanak sağanak
düşen hüzünler midir? Bir varmış bir yokmuş ve masal olurmuş hatıralar. Şimdi
avucumda bir boşluk… Bilemedim ki bunca sorunun içinden nasıl çıkacağımı.
Öğrenemedim sırrını çiçeklerin ve sakındım hatıraları.
Ömür alıyor da ne veriyor? Bitmez değil ki
sancısı, çıkmaz sokak değil ki… Taşların karnında sabırla bekleyen tohumlar
vardır, bilemezsin. Bilemezsin bir çiçeğin tomurcuğunda neler vardır. Gün olur açılır, renkleri gözünü alır. İyisi
mi yoldan dönmemek lazım. Israr değil bu. Zorlama da değil sadece sabırla
yürümektir. Yoldan dönmek yenilmek midir? Evet, yenilmektir. Hem de ağırından
darbeler alarak yenilmek. Kalk, yürü,
şarkı söyle! Gökdelenlere inat hatıralarını ayakta tutan gecekondu da
seninledir. Bir ısrar, bir zorlama değil bu! Savaş da değil. Kazanmak da değil.
Kaybetmemek... Sadece kaybetmemektir bunca kavgaya sebep. Kavgayı göğsümde
bitirdim de göklerde bitmiyor. İyileşmiyor işte bu ağır yaraların hasarı. Seyyidhan
Kömürcü ne anlatmaya çalışıyordu, kime sesleniyordu? Kim duydu bu içten sessiz
çığlığı? “Tam ortasındayken bir
ömrün/Bulaştı canıma dinmez bir masal/Bir kalmak acısı/Aslında bembeyaz
şeylerden bahsedecektim/Bir güle kırmızı davranmanın hikâyesinde kaldım/Toydum
ve hakir…”
Kalbimiz
sıkıştıkça doktora gitsek ne olur ki? Ne olur ki şifasız sözlerden, içimizde tortusu
birikmişken sahteliklerin? Dünyanın ortasında bıçak gibi saplanan terk edişler.
Kör bıçağa uzatılan masum hayallerin kanı akıyor da ne oluyor? Dünyanın seyri
olmuş virane yüzler. Olsun, yine de bırakmayacağım tutunduğum son acıyı.
Rüzgârların doğum yeri olsa da kalbim,
sakinleşecek bu alabora. Ve dünyadan alacağım intikamımı. Elini boşa
çıkaracağım dünyanın, bir taşın üstünde boylu boyunca uzanıp inadına
uyuyacağım. Bir ağıt, bin acıyı teslim
alacak. Ve sükûtum susturacak, yok edecek bu fâni debdebeyi.
Yük
oldu her sevinç. Ağır gelmeye başladı, çekmiyor kantar. Tamirde saatimiz. Ayarı
bozulmuş ruhumuzun ve tik tak sesleri gitmiş. Akrep saplanmış, durup duruyor
içimizde. Yelkovan sırtında paslanmış sözler taşıyor. Edip Cansever de
muzdaripti ve onun da bozulmuştu saati. Uzak
Yakınlık’ta sanki bize sesleniyordu: “Ne
yaparsan yap saati kurma/Öyle dağıldık ki hepimiz/Her günün geçmesi bir gerçek
oluyor/Seninle her uzaklık gibi böyle…”
Tekrar
edip dururken her hatırayı, zaman girip çıkamadığımız sonsuz dehliz. Aynı acıyı yeniden yaşamak. Takıldı yelkovan,
durdu orada. Öğrendim sonunda, ölüm bozar tüm ayarları, tüm saatlerin ayarını
da. Ve şair çıkar ortaya şöyle der: “ağacın
kederi yapraklarından/aşklar yerle bir oluyor gazelden önce” Yerle bir
olanı gördükçe soğuyor muyuz dünyadan? Yoksa yine de elimizi uzatıp vefaya mı
tutunmak istiyoruz? Şimdi bir şiir oku zira insanı okursun, içimi okursun.
Okursan ağlamasan da anlarsın. Ve Haydar Ergülen’in şu dizeleri özetler
ömrümüzü:
“öleceği zaman
hayvanlar gibi
saklanmak istiyor ya
insan
saklanacak bir yeri
olmalı
aşka, çocukluğa,
anneye, şiire
ve eksik ölür insan”