Vazgeçerler mi?
“Kim ne derse desin, ben birkaç gün önce Basel’de Yahudî devletini kurdum bile. Bugün belki de tüm dünya bana gülüyordur. Ama belki 5 yıl sonra ya da belki 50 yıl sonra, bunun gerçekleştiğine tüm dünya şahid olacaktır.”
Bu cümleler Theodore Herzl’in günlüğünden... 3 Eylül 1897’de kaleme alınmış, yani 29 Ağustos 1897’de düzenlenen ilk siyonist kongreden birkaç gün sonra...
Herzl’in günlüğünde bu satırlar kaleme alındığında yıl 1897 idi ve İsrail’in kuruluş tarihi 1948. Yani 51 yıl sonra... Herzl’in ya da bu kongrede karar alanların dahi belki “ütopya” olarak niteleyebileceği tahmin sadece 1 yıl sapma ile hayata geçiyordu. İkinci “tahmin“ ise müteakip 50 yıl içerisinde “Büyük İsrail” devletinin kurulacağı idi. Yani ilk tahmine göre olası sapmalarda hesaplandığında en geç 2000’li yılların başından itibaren bölgede birçoğumuzun malumu olan haritalar ile gözümüze sokulan bir “Büyük İsrail” kurulmalıydı. Bu işin hamisi ise tüm dünya devletleri içerisine dağılmış Siyonistler, onların devşirdiği kuklalar ve tabi ki üst çatıda “Anglosakson Eksen” olarak tanımlayabileceğimiz İngiltere ve ABD var. Türkiye bu denklemde kritik bir noktada idi. 2000’li yılların ilk çeyreğinde iktidar olma şansı yakalayan mevcut irade, tabiri caizse “köprüyü geçene kadar” tamam dedikten sonra özellikle 2008 yılından sonra “karar alıcılar”ın aleyhinde ülkemizin ise lehinde adımlar atmaya başladı. Bu dakikadan sonra ise hepimizin malumu olan “taşeronlar” ile savaş başladı.
“Bize biçilen AB’nin kapıkulu, ABD’nin ileri karakolu rollerinden sıyrılmanın, tam bağımsızlığa yürümenin sancılarıdır bütün yaşananlar...”
Bu cümleleri bir makalemde ve twitterda ilk yazdığımda ( ve daha sonra Cumhurbaşkanımızda çeşitli vesileler ile kullandı) tarih 2016’nın sonuydu. Henüz darbe sürecinden yeni çıkmıştık ve sis tam olarak dağılmamıştı... Sözde “Karar Alıcılar” uzun zaman önce ülkemize bir rol biçmişti. Türkiye mevcut sistemde iç baskılarla yönünü Batı’ya dönmek zorunda olan, küresel sistemin projelerinden birisi olan Avrupa Birliği’nin kapısında beklemek zorunda bir kapıkulu ve yine aynı odakların İngiltere ile birlikte çeşitli zamanlarda kontrolünü yitirse de kalesi olan ABD’nin ileri karakolu olmak zorunda olan bir ülke konumundaydı.
Aslında iç odaklarla hesaplaşma çoktan başlamıştı ancak belki tam tabiri ile yaşanan süreç “eteklerdeki taşları dökme” süreciydi.
Çok önceleri yaşanmaya başlayan iç odaklarla hesaplaşmanın birçok bedeli ödenmişti. (MİT Krizi- Gezi Süreci- 17/25 Aralık ve sürecin artık zirve yaptığı 15 Temmuz)
Bu yaşanan süreç emperyal hegemonyaya bir başkaldırıydı. Sürecin devamında devletçi zihinlerin (AK Parti ve MHP) ayrılıklarını, farklılıklarını tolare ederek bir araya gelme süreci başladı ki bu tam olarak kırılmaydı. Bugün gelinen noktada bu sürecin devamı yaşanmaktadır. Emperyalizme çeşitli bağlantılar ve nedenlerde esir olan bir zihniyetle farklılıklarını devletin bekası noktasında eriterek bir araya gelmiş milli bir cephenin içeride ki bilek güreşini eş zamanlı olarak emperyalizmin “gecikmiş, sabrı taşmış” dış mücadelesi izlemektedir.
Ne Suriye meselesi sadece Suriye, ne Akdeniz sadece bir hidrokarbon rezervleri ne de diğer başlıklar sadece kendi başlığı ile müsemmadır. Yaşanan süreç asgari 100 yıllık emperyal planlara bir başkaldırı ve bir dur deme sürecidir. Bizlere düşen ise sadece bu sürece elimiz ve dilimiz yettiğince destek olmaktır.
Bilmeliyiz ki; sözde “Karar Alıcılar” asla hedeflerinden vazgeçmeyecektir.