Vatandaşlık yemini
İhanetin asla affedilmeyeceğini belirten Rusya Lideri
Vladimir Putin, yayınladığı yeni kararname ile Wagner ve diğer paralı asker
gruplarında çalıştırılacaklara ‘Rus devletine bağlılık yemini’ etmeleri
mecburiyeti getirdi. Bağlılık yemininin Rusya’yı savunmanın manevi ve ahlaki
temellerini oluşturma yolunda önemli bir adım olarak nitelendirildi. Bağlılık
yemini komutanların ve üst düzey liderlerin emirlerine kesinlikle uyma vaadini
içerdiği belirtiliyor.
ABD vatandaşı olabilmek için de “Amerika Birleşik Devletleri
Bayrağına ve temsil ettiği Cumhuriyet'e, Tanrı'nın nezdinde bölünmez tek bir
Millete, herkes için özgürlük ve adalete bağlı kalacağıma söz veriyorum”
yeminini etmek zorundasınız.
İngiltere de ise, “Majesteleri Kral III. Charles’a O’nun
mirasçılarına (kraliyet ailesine) ve haleflerine (iktidara kendisinden sonra
geleceklere) sadık kalacağıma ve tam bir bağlılık içinde olacağıma, içtenlikle
ve gerçekten beyan ve tasdik ederim.”
Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen bütün devletler
vatandaşlık yeminine özel önem verirken, birilerine Fransız tipi laikliğini
ispat mecburiyetinden olacak Türkiye vatandaşı olmak isteyenler için ise hala
bir yemin metni ortaya konulabilmiş değil.
Türkiye’nin laiklikle imtihanı sadece yemin mevzuunda değil.
Avrupa’nın direk milli çıkarlarımızı hedef almak için körüklediği, camilere ve
kutsal kitabımıza saldırılar konusunda da kınamanın dışında pek bir şey
yapamıyoruz. Toplumun sinir uçlarıyla oynanarak tahrik edilmek istendiğinde
kutsala saldırılar hep artmıştır.
Kıbrıs Türkü’ne izolasyonların kaldırılmasına yönelik
çalışmalar yoğunluk kazanınca, Kıbrıs Rum kesiminin Limasol kentinde bulunan
İbrahimağa Köprülü Camisi’ne molotoflu saldırı gerçekleştiriliyor. Avrupa,
göçmen olayına bakarken İslam ile özdeşleşmiş olarak bakıyor. Göçmenlerin
İslamının hoş karşılanmadığı gerekçesiyle sanki camiyi oraya dikenler suçluymuş
gibi bir imaj oluşturarak saldırılara meşruiyet kazandırılmak isteniyor.
Kur’an-ı Kerim’e yapılan saldırıların arka planında da, Avrupa’nın İslam
coğrafyasında sömürü ağlarına karşı başlatılan isyanın olduğundan emin
olabilirsiniz.
Müslümanlara ve İslami değerlere sadece batı saldırmıyor.
Batıl ideolojileri ile insanlığa yön vermek isteyen, Myanmar’ından,
Hindistan’ına, hatta hatta yeni dönemde ABD’nin alternatifi olacağı konuşulan
Çin’in de de en önemli konu Müslümanların ehlileştirilmesi. Çin, Doğu
Türkistan’da uyguladığı soykırıma varan zulümlerini meşrulaştırmak için Çin
İslamı diye bir şey uydurdular. Kur’an-ı
Kerim-i Konfiçyüs ideolojisine göre yorumlamaya dayalı bu yeni anlayışta da
amaç, İslam’ın kendi sistemlerine ekonomik ve sosyolojik bir alternatif üretme
potansiyelinin yok edilmesi.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Sincan Uygur Özerk Bölgesi
yöneticilerinden, "İslam'ın Çinlileştirilmesini daha derinlemesine teşvik
etmelerini” istedi. Şi, islamın orijinal olarak yaşanmasını yasa dışı olarak
tarif ederek yöneticilerden dini faaliyetleri etkili bir şekilde kontrol
etmeleri çağrısında bulundu.
Yeni dünya düzeninin alt yapısında ideloji ve dine ayrı önem
verilirken Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde rakip medeniyetlere çalışan
kişilerin, bakan ve yönetici olması büyük birer meziyetmiş gibi gösteriliyor.
Sorumuz şu, eğer bir İslam ülkesinde hem ABD’ye bağlılık yemini etmiş hem de
mesela Türk vatandaşı olan biri yetkili ise, veya hem İngiliz kralına
sadakatini bildirmiş hem de Türk bürokrasisinde etkili bir yer edinmiş biri, bu
iki ülkenin ekonomik veya siyasi çıkarları çatıştığında neye göre hareket eder.
Türk vatandaşlığı için yemin etmediğine göre muhtemelen, ABD, Alman, Fransız,
İngiliz çıkarlarını öncelemek vicdani sorumluluk açısından kendisini
rahatlatır. Türkiye’nin İMF’den para alacağı söylentilerinin çıkartılmasına da
kamuoyunu alıştırmak için ön hazırlık olarak bakabilirsiniz.
Kendi çıkarlarına demokrasi adını vererek ekonomik ve siyasi
kurtuluşun reçetesi olarak gösterenler, Gezi ihanetinin baş aktörü Osman
Kavala’nın cezasını çekmemesi için her şeyi yaparlar. Siyasi sorumluluğunu
yerine getirmeyerek çukur siyaseti ile yüzlerce insanın ölümüne sebep olan
Selahattin Demirtaş’e demokrasi havarisi haline getirirler. Türkiye’nin
Libya’daki emperyalistlere karşı savaşında sahada çalışan MİT elemanlarını
deşifre eden Barış Pehlivan’ı gazeteciliğinden dolayı hapse girmiş mağdur biri
olarak gösterirler. Hapisten çıkması için kampanyalar yürütürler. Listeyi
uzatın uzatabildiğiniz kadar. Bu eylemleri acaba demokratik ülke denilen ABD,
İngiltere, Almanya, Fransa’ya karşı birileri yapsa idi sonları ne olurdu. Yapanların
sonlarının ne olduğunu tek tek örnekler vererek yazıyı uzatmayacağım. Bir
ülkenin vatandaşlığı için sadık kalacağınız bir yemin metni yoksa, ihanetinizin
adı muhalefet, Yabancı devletlerin istihbarat örgütleriyle çalışmanızın adı,
gazetecilik veya siyaset olur. Kimse de sizden hesap sormasın istersiniz.
Vesselam…..