Varoluşumuzun anlamı
Rahmet meltemlerinin yüreklerimizi okşadığı şu Ramazan ikliminde acaba ne yazsam diye düşünürken, yaratılış amacına değinmenin daha doğru olacağında karar kıldım… İslami yaşamlarımızdaki dağınıklık, durağanlık hatta duyarsızlık kaygı verici boyutlarda…
Yaratılış gayesine odaklanıp, fıtratla
sağlıklı bir temasın gerekliliğine ihtiyaç duyuyorum… Gerçekten ne oluyoruz?
Nereye savruluyoruz? Şu yaşamın akışında nasıl bir akıbet bizi bekliyor? Ahiret
yansıması acaba nasıl olacak?
Böylesi hayati sorulara doğru cevaplar
bulabilmek için yaratılış misyonumuzun çerçevesini çizen üç ayeti kerimeyi
gündemleştirmemiz gerektiğine inanıyorum… Bir… “Ben, cinleri ve inşaları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.”
(Zariyat, 56)
İki…
“Hani Rabbin meleklere : ‘ Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’
dediğinde… “(Bakara, 3)
Üç… “Siz
insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder kötülükten
alıkoyarsınız ve Allah’a iman edersiniz “(Ali İmran, 110)
Bu üç ayet-i celile yeryüzü
sorumluluğumuzu üç boyutu ile netleştiriyor…
Bir, kulluk yani ibadet…
İki, hilafet…
Üç, davet…
Kulluk… Sadece ve sadece Allah’a kulluk…
Bir Rab varsa, insana ve cinlere düşen de O’na ibadet etmektir… Kul kulluğunu
yapacak yani Rabbe ibadette tutarlı ve kararlı olacak… Kullara kulluğa tevessül
ve tenezzül etmeyecek… Yaşamın tüm ünitelerinde Allah’a yöneliş, yakarış ve
adanış gerçekleşecek… Kullukta parçalanma, erteleme, çarpıtma olmayacak…
İnsanları ve cinleri varlık yasasına
bağlayan bu görevin ismi Allah’a ibadet etmektir… Kulluğu Allah’a has kılarak…
Sadece sembolik bir takım ritüel ve retoriklerle sınırlamadan ibadetin ruhuna
inerek teslimiyetini Rabbine arz edecek… İbadeti en geniş anlamı ile yaşamın
tamamını kuşatacak bir bilinçle idrak ve tatbik edecek…
Hayatı değerli ve anlamlı kılan kulluk
gerçeği, ibadet duyarlılığıdır… Bu bilinç ile yaşamımızdaki tüm icraat,
faaliyet, fiiliyat, mesai, meşgale, söylem ve eylemler Allah’ın rızasına
yönelik olacağından ibadet kapsamına girmiş olacaktır…
Hilafet… Vahyin genel muhtevasından
anladığımız kadarıyla insana ait halifelik misyonu; Yeryüzünde müminlerin
yönetim erkine sahip olmaları, Allah’ın hükmü ile hükmetmeleri, ekinin ve
neslin yok edilmesini engellemeleri, arzın imarı neslin ıslahı için sorumluluk
almaları, fitneden eser kalmayıncaya kadar mücadele etmelerini gerekli kılıyor…
Kirli, kinli, kanlı ve karanlık
yönetimlerin tasallut ve tahakkümünden insanlığı kurtarıp özgür ve onurlu, adil
ve ahlaklı, barış ve güvenlikli bir dünyanın imkânlarını oluşturma
sorumluluğudur hilafet… Yeryüzünün Allah’tan bağımsızlaştırılmasına izin
vermeyecek tüm eylemlerini ilahi referansa göre düzenleyecek … Böylece halife
olma şerefini kuşanacak…
Yeryüzünün tutsaklığından kurtulmanın yolu
ancak yeryüzünün halifesi olmaktan geçiyor… Arzın dengesini, düzeni ve değeri
hilafet misyonun hakkını vermekle mümkün…
Üç… Davet… Müslüman kendisi için yaşayan
insan değil, başkası için yaşama erdemini kuşanan şahsiyettir… Yaşamak için
yaşamak değil, yaşatmak için yaşamaktır gayesi… Sadece kendi bireysel
mutluluğu, başarısı, çıkarı, geleceği için yaşayan Müslüman kendine yazık
etmiştir… Hayırlı ümmet olmanın sırrı bu sorumlulukta saklıdır… İyiliğin egemenliği
için, kötülüğün kökünü kurutmak için mücadele üzere olmaktadır… Davet ve cihadı
ile yeryüzünün umudu ve ufku olmaktır…
Evet, yaratılış gayemizin ibadet, hilafet
ve davetle belirginleştiğini görüyoruz… Bu üç görevi birlikte ve bütüncül bir
biçimde yürütme yükümlülüğü altındayız… Bir diğer ifade ile kulluğun Allah’a
bakan boyutuna ibadet… Yeryüzüne bakan boyutuna hilafet… İnsana bakan boyutuna
davet diyoruz…
Böylece yaratılış gayesini gerek bireysel,
gerekse toplumsal boyutu ile yaşamın merkezine koymuş oluyoruz… Çünkü göklerin,
yerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emanet bizim omuzlarımızda…
Allah yardımcımız olsun…