Vakıf vebali
Vakıf kurmak dünyanın en güzel işlerinden birisidir. Sevabı da çok; hakkını vermek şartıyla. Aksi takdirde sevap yerine vebal alırsınız hatta günaha girersiniz. Bu yazımda bazı hususlara temas etmek istiyorum. İsim vermeyeceğim. Amacım bağcıyı dövmek değil. Biricik derdim vakıflarımızın gayelerine uygun biçimde işletilmesidir.
Başta İstanbul’da olmak üzere birçok şehirde vakıf var. Elbette ecdadımızın bu hayırlı geleneğini yaşatmak lazım. Geçenlerde yine vakıflarla ilgili yazımda birçok alanda vakıf kurulduğunu yazdım. Demek ki atalarımız, hem devletin eksikliklerini hem de vatandaşın noksanlıklarını, tesis ettikleri vakıflar vasıtasıyla telafi etmiştir.
Peki, bugün kurulan ve çalışır görünen vakıfların hepsi hakikaten görevlerini hakkıyla yapıyor mu? Yani kuruluş amacına göre mi çalışıyorlar? Ben hiçbir zaman toptancı olmadım. Açık ve net söyleyeceğim. İyi, çalışkan, düzgün ve örnek vakıflar da var. Hiçbir iş yapmayan, işgal ettiği yerin hakkını vermeyen ve daha ötesini söyleyeyim bu mekânları şahsi emelleri için kullanılanlar da var.
Yaklaşık 45 yıldır vakıfların faaliyetlerini takip ediyorum. Gerçekten de kıymetli hizmetlerde bulunan kültür sanat vakıflarımız mevcut. Onları çok seviyor, idarecilerine dua ediyorum. Allah eksikliklerini vermesin. Bu vakıflar sayesinde gençlerimiz seçkin ilim, sanat, kültür, edebiyat ve medeniyet adamlarıyla tanışıyor, onların sohbetlerine katılıyor, istifade ediyorlar. Talebelere burslar veriliyor.
Bazı vakıflar da var ki, ismi var, cismi yok. Hiçbir faaliyeti görülmüyor. Ölü bina âdeta. Kurs yok, toplantı yok, faaliyet yok. O vakit sormak gerek, bu vakıflar niçin açık tutulur? İdarecileri ehil değilse buralar niçin gerçek sahiplerine verilmez? Vakıflar İdaresi, tahsis ettiği yerleri arada bir kontrol etmeli, faaliyetlerini görmelidir.
Öyle vakıflar tanıdım ki o mekânlarda gece gündüz politika yapılıyor. İlim, irfan, edebiyat, sanat, medeniyet hak getire! Her iki anlamda siyasi boşboğazlıktan bahsediyorum. Aşırı muhalifler de var, muvafıklar da… Hâlbuki büyük ecdat, bu güzel mekânları iyi işlerde kullanmak üzere inşa edip bize emanet bırakmış. Ve bugün onların torunları, bu asil maksada uygun davranmıyorsa vah hâlimize!
Öyle vakıflar gördüm ki, on-onbeş odalı, şehrin en merkezi yerinde geniş yerler… 20 yıllığına, 30 yıllığına ucuza kiralanmış. Ama bu süre içinde o tarihî binanın (külliyenin, medresenin) minik bir tanıtım kitabını bile hazırlamamışlar. Hâlbuki o vakfı ziyaret eden kişi önce bunu merak eder: “Burası daha önce neydi? Medrese mi, mektep mi?” Bence Vakıflar Genel Müdürlüğü, bunun takipçisi olmalıdır.
Bazı vakıf binalarında binayı kullanan kuruluşun afralı tafralı ismi, giriş kısmında var lakin asıl eski misyonu belirtilmiyor. Kapıda “…. Vakfı” yazılı fakat buranın “…. Medresesi” olduğu zikredilmiyor. Bina medrese olarak kurulmuşsa bunu komplekssiz belirtmek gerekmez mi? Hatta binanın kısa bir tarihçesi, pirinç levha ile dış kapıya asılmalı, halkımızın bilgi sahibi olması sağlamalılar.
Geçenlerde bir vakfa gittim. İstanbul’un merkezi bir semtinde. Arkadaşımı görecektim. Kapı açık, içeride kimse yok? Tek tek kapılara baktım, ses seda yok. Şaşırdım. Hadi idarecileri tatilde, seyranda, sayfiyede diyelim peki bu vakıf binasının bekçisi de mi yok? Vakıflar idaresi teslim ettiği bu binaları daha sıkı, ciddi, disiplinli şekilde kontrol etmeli. Yoksa mesuliyetten kurtulamaz!
Yıllar önce bir vakfa uğramıştım. Kuruluşun ileri gelenleri bir araya gelmiş habire konuşuyorlar. Bir de baktım ki onlardan biri İslam âlimlerinin, mutasavvıfların aleyhinde atıp tutuyor. Şaştım kaldım! Bir daha da o vakfa ayak basmadım. Sen hem tasavvufun hükümferma olduğu Osmanlı’nın mirasına konuyorsun, âdeta binaya çöküyorsun. Hem de utanmadan, arlanmadan tasavvufun, din âlimlerinin aleyhinde konuşuyorsun. İnsanda biraz edep, hayâ, utanma hissi ve istikamet olmalı. Bu dünyada olmasa bile öte dünyada bunun hesabı sorulmaz mı sanıyorsunuz? Rahmetli Münevver Ayaşlı olsaydı şöyle derdi: “Efendi, Edep Yâ Hû!” Hadsizliği bari ecdadın mekânında yapmayın!
Aziz okuyucu, gördüğün gibi dert inletir, hicran söyletirmiş. Maziden bize miras kalan maneviyat kokan mekânların hakkını vermezsek vallahi de billahi de mesulüz, vebal altındayız. Bu arada Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği gibi gayretli, cevval, yerli ve millî kuruluşlarımız, 15 yıldır bir metrekarelik yer bulamıyor. ESKADER, Cağaloğlu’ndaki kiralık odacığını da boşalttı. Bu ihmalin suçu, kimin omuzlarında? Asırlarca halka ücretsiz şerbet dağıtılan bir sebilde siz ayakkabı sattıramazsınız! Sebildeki taşlar dile gelir, isyan eder. Kundura ticareti her yerde yapılır ama sebilde asla! Bunun günahı azimdir. İlgililere/yetkililere naçizane hatırlatırım. Bu arada, bazı STK’ların başında yarım asırdır oturanlar! Dinlenme ve daha genç isimlere yerinizi bırakma zamanınız gelmedi mi? Türkiye’de son 22 yıldaki muazzam hizmetlerden hep bahsettim ancak aksayan yönleri göstermek de vicdan borcum. Zira iyi niyetli tenkit, hakkımız!