Vahiy ve tabiatı
İslam Düşüncesinin erken zamanlarından itibaren Kur’an’ın dili ve tabiatı üzerinde tartışmalar yapılmaktadır. Dolayısıyla bu tartışma, sanki günümüzde yeni keşfedilmiş gibi bir görüntü arz etmektedir. İlk dönem İslam alimleri, vahyin lafız ve içerikleri ile ilgili bu tartışmaları olabildiğince geniş bir biçimde yapmışlardır. Vahyin lafız ve içeriklerinin Allah’a ait olduğu ana görüşü dışında içeriklerinin Allah’a, lafızlarının Hz. Muhammed’e (AS) ait olduğunu iddia eden görüşler de olmuştur.
Öncelikle ben Kur’an’ın lafız ve içeriklerinin tümüyle Allah’a (CC) ait olduğu görüşümü beyan etmekle işe başlayayım. Fakat özellikle modern zamanlara gelinceye kadar, ikinci görüşte olanlar da son kertede çoğunlukla içerik olarak Allah’a ait olmayan bir şeyi Hz. Muhammed’in Kur’an’a dahil ettiğini söylememişlerdir.
Günümüzde özellikle İranlı alimlerden Muhammed Şebusteri, bana göre hermenötik görüşleri açısından tutarlılık adına Kur’an’ın içeriğinin Allah’a, lafızlarının Hz. Muhammed’e ait olduğunu söylemektedir. Yine İranlı bir başka düşünür Abdulkerim Süruş ise son yayımlanan kitabında vahyin nebevi rüyaların bir yorumu olduğunu beyan ederken, Allah’ın vahyi Nebi’ye rüyalar biçiminde gösterdiğini, Hz. Muhammed’in de bunu uyandığında söze geçirdiğini iddia etmektedir.
Her iki alimin görüşlerine katılmamakla birlikte, özellikle İran’da resmi dini doktrinin baskısı sebebiyle kendilerine yorum alanı açmak üzere bu alimlerin bu tür görüşler öne sürdükleri kanaatindeyim. Fakat tüm bunlarla birlikte bu tartışmaların toplumda kesin ayrımlar yaratacak düzeyde ele alınmaması gerekmektedir. Temel sorun; Allah’ın insanlarla iletişim kurduğu ve bir şekilde Allah’ın insanlara mesajını iletmiş olduğudur.
Son birkaç gündür sosyal medyada Mustafa Öztürk’ün Kur’an’ın tabiatına yönelik konuşmalarının yer aldığı video dolaşmaktadır. Dinlediğim bölümüyle bu konuşmaların içeriğine kesinlikle katılmıyorum. Burada üç noktada köklü bir itirazımı beyan etmek isterim. Birincisi, Kur’an söyleminin içeriğini evrensellikten yerelliğe doğru daraltmakta, burada son kertede Kur’an’ın ufku sorunsallaştırılmaktadır. Halbuki bütün din, ideoloji ve görüşlerin bir yerellikten başlayarak evrenselleşmesi sosyolojik bir gerçekliktir. İkincisi, Öztürk maalesef bir şeyin Allah’ın sözü olup olmadığına kendi sübjektif aklını merkeze alarak; ve Hegelyen bir bakış açısıyla bir tarihselliğin içinden konuştuğunu unutarak ve bu tarihselliği mutlaklaştırarak karar vermektedir. Bu ise, tarihselliğin kendi içinde bile tutarsızlıktır. Üçüncü nokta yine bir tutarsızlığa atıfta bulunmaktadır. Konuşmalarından anlaşıldığı kadarıyla Hz. Muhammed, Öztürk’ün kendi ifadesiyle “Mekkeli birkaç müşrik lavuğa” olan kızgınlığını ifade etmektedir. Şayet bunlar Allah’ın sözü olamazsa o zaman kimin sözüdür ve Allah’ın onayı olmadan mı metne yerleştirilmiştir? O zaman başa dönerek tekrar Kur’an metinin tabiatını tartışmaya gelmeniz gerekir. Diğer yandan herhangi bir tefsir tartışması ya da konuşmasında bir sokak ağzı olan “lavuk” gibi kelimelerin kullanılması hiçbir şekilde yakışık almamaktadır.
Bu bağlamda Öztürk’ün görüşlerine bilimsel anlamda itiraz etmekle birlikte, bunun hakaret, sövgü ve linç kampanyalarına dönüştürülmesi hem ilmi tartışmaların seviyesi hem de toplumsal bütünlüğümüz açısından doğru değildir. Birçok meselede olduğu gibi bu meselede de akl-ı selim ile hareket etmenin zorunluluğu ortadadır.
Bu konunun özellikle tabiat ve tarihsellikle ilgili çok geniş bir boyutu bulunmaktadır. Batı’da tarihsellik tartışmaları ve tarihsellik neredeyse hakikatin dayanakları haline getirilmiştir. Meselenin bu boyutunu inşaallah gelecek yazımızda ele alalım.