Vahdetin sembolü Ayasofya
Ayasofya meselesi, cami-müze meselesinin çok ötesindedir; İslam ile Hristiyanlığın, hilal ile haçın mücadelesidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hristiyan ülkeler İslam dünyasına galip gelmiş, hilafetin kaldırılmasını, ezanın Türkçeleştirilmesini, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılmasını sağlamışlardır. Şimdi batı ülkeleri güçlü değiller mi, güçlüler ancak biz de güçlüyüz. Artık 10 – 15 milyon nüfuslu ve savaştan çıkmış, ekonomik bakımdan zayıf bir ülke değiliz. Dünyanın ekonomik bakımdan güçlü ilk 15 ülkesi arasındayız. Avrupa’nın en büyük genç nüfusuna sahibiz.
Ayasofya’nın bulunduğu İstanbul, sahabelerin de katıldığı İslam orduları tarafından defalarca kuşatılmış ancak fethedilememiştir. Fethi, genç bir Osmanlı padişahına, Sultan II. Mehmed’e nasip olmuştur. 6 Nisan 1453 günü başlayan Konstantinapolis kuşatması, 53 gün sürmüş, 29 Mayıs 1453 günü İslam orduları İstanbul’a girerek şehrin ismini “İslambol” olarak değiştirmiştir.
***
Ayasofya, iki dev medeniyetin boy ölçüştüğü bir mekân; insan eliyle bozulan Hristiyan tezlerinin çürütüldüğü mabeddir. Ayasofya’nın kilise olduğu dönemde, papazların konuştuğu kürsünün üzerinde “Tanrı’nın oğlu İsa adına” cümlesi yazılıydı. Papazlar her Pazar “Tanrı’nın oğlu İsa adına” konuşurlardı. İşte Ayasofya bu çarpık düşünceyi ortadan kaldırmak için camiye çevrilmiştir. O kürsünün olduğu yere konulan minberin kapısı üzerine “Kelime-i Tevhid” yazılmıştır. Yani “Lailahe İllallah, Muhammeddür Resulullah / Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed onun Resulüdür.”
Asıl püf noktası ise minber kapısının taç kısmına yazılan ibaredir. Buraya mükemmel bir hat ve motif ile “Allah’üs Samed” yazılıdır. Samed kelimesi Allah’ın isimlerindendir ve “Allah doğmamıştır, doğurmamıştır” anlamına gelir. Bu ibare, teslis yani “Baba – oğul – kutsal ruh” üçlemesine verilen en güçlü cevaptır. Ayasofya’yı müzeye çevirenler, minberi ve minberin üzerindeki bu tevhid akidesini kaldırmayı başaramamışlardır. “Allah’üs Samed” ibaresinin anlamı kubbeye de işlenmiştir.
Ayasofya’nın kilise olduğu dönemde kubbesinde “Yeryüzünün nuru İsa’dır” yazıyordu. İslam sanatkârları ince bir alçıyla bunun üzerini kapatmış ve kubbeye Nur Suresi 35. Ayeti yazmışlardır: “Yeryüzünün ve Gökyüzünün nuru Allah’tır.” İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesi ile birlikte Allah’ın gönderdiği son din olan İslam’ın galibiyeti ve hâkimiyeti de perçinlenmiştir.
***
Kilise ve katedraller, genellikle Hıristiyan azizler adına yapılmıştır. Ancak Ayasofya, döneminin tevhid inancını yansıtan dünyanın en büyük mabedi olarak inşa edildiği için “Kutsal Bilgelik” adını almıştır. Osmanlı da bu ismi değiştirmemiş, bu kelimenin yanına “Cami-i Kebir – Büyük Cami” kelimesini ilave etmiştir. Dolayısıyla ismi asırlar boyu “Ayasofya Cami-i Kebiri” olarak anılmış ve kaynaklarına geçmiştir.
Selçuklu döneminde bir şehirde yapılan en büyük mabede “Ulu Cami” denirdi. Horasan taraflarında ise bu tabir “Cuma Camii” şeklinde telaffuz edilmiştir. İstanbul’un ulu camisi, yani cami-i kebiri ne Süleymaniye, ne Sultan Ahmet Camii’dir; Ayasofya’dır.
Sultan Abdulmecid döneminde, dönemin ünlü hattatı Kazasker Mustafa İzzet Efendi tarafından Ayasofya’nın içinde yazılan “Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin” yazıları, 1930’lu yıllardaki Ayasofya restorasyonu sırasında dışarı çıkarılmak istenmiş, ancak kapılardan sığmayacak kadar büyük oldukları anlaşılınca tekrar yerlerine asılmıştır. Ayasofya’nın ihtişamı karşısında küçük gibi gözüken bu dev levhalar, dünyanın elle yazılmış en büyük hat levhaları unvanı ile yazı sanatının zirveleri olarak kabul edilir.
Ayasofya, İslam’ın Hıristiyan dünyasına kafa tutmasının ve galip gelmesinin sembolüdür. Camii olarak açılması milletimize, İslam dünyasına ve Allah’ın birliğini esas alan tüm inanç sahiplerine hayırlı olsun.