Dolar (USD)
35.10
Euro (EUR)
36.67
Gram Altın
2953.54
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Temmuz 2021

Vahdet fakat nasıl?..

Her Müslüman çok iyi bilir ki, birlik beraberlik ümmet için olmazsa olmaz bir vecibedir. Her Müslüman gücü oranında bunun için gayret etmelidir. Kim ki ümmetin birliğine zarar vermeye çalışırsa, hele ayrılık gayrılığa katkı sunarsa, haram işlemiş olur. Dolayısıyla kime sorsan, hep kardeşlik, birlik beraberlik edebiyatı yaparlar. Fakat ne yazık ki vakıa edebiyatın tersine gitmektedir.

1998 yılında Midyat ilçesinde medrese icazetini aldıktan sonra, üstadımın isteği üzerine, on ay kadar da mezun olduğum medresede müderris olarak kaldım. Daha sonra geçerli bir mazeretim sebebiyle Gaziantep’e dönüp ilk medresemi açmak nasip oldu. Bir iki yıl içerisinde yetişkin talebelerin, İslami cemiyetler arasındaki tefrikadan şikayetleri yoğunlaştı.

Çünkü seksenli yıllarda var olan ihtilaflar, çoktan iftirak’a ve derken ötekileştirme götürmüştü. Öyle ki, kimi radikal gruplar, hiç çekinmeden birbirlerini tekfir ediyorlardı. Haset, kin, nefret ve düşmanlıklar gırla giriyor. Hâlbuki her kes “Kur'an ve Sünnet” diyordu. Birlik beraberlik ve ümmetin vahdetine dair de en cazip sloganları atmada adeta yarışıyorlardı. Yani söze gelince vahdetin edebiyatı konusunda tablada kül koymuyorlardı. Fakat ya pratik?

Bizim de gençlik yıllarımız. Henüz tecrübeden yoksunuz. Birlik, beraberlik ve İslam kardeşliğine yönelik okuduğumuz ayet ve hadisler, Ensar ve Muhacir kardeşliği vb. okuduğumuz İslami kriterler biri coşturuyordu. Öyle zannediyoruz ki, Kur'an ve Sünnet’in İslam kardeşliğine dair emir ve tavsiyelerini duyar duymaz, her kes bizim hissettiklerimiz hissedecek ve adeta koşarak gelecekler.

Buna bir de ümmetin içinde bulunduğu perişan hali ekleyince, bu acıya yürek mi dayanırdı? Ne de olsa kendilerine davet götüreceğimiz abilerimiz, yaşça bizden daha büyük, tecrübeleri daha fazlaydı. Dolayısıyla ümmetin tefrika sebebiyle düştüğü be zilleti, onlar çok daha iyi kavramış olmalıydılar.

Derken 1990’lı yılların ilk çeyreğinde, aynı dertlerden mustarip olan değişik arkadaş ve hoca efendilerle istişareler sonucu, vahdete yönelik bir adım atma fikri gelişti. “İttihad” olmasa da bari “ittifak” olsun. Yeter ki birlik beraberliğe, yardımlaşma ve dayanışmaya yönelik bir gelişme olsun. “Yol ne kadar uzun olsa da, başlangıcı bir adımdır” diyerek harekete geçtik. Çünkü birlik beraberliğe yönelik sadece edebiyat yapmak, çözüm olmuyordu.

Öyle ya, sadece ilaç edebiyatı yapmak, herhangi bir hastalığa çare olmaz. Bizzat ilacın hasta tarafından kullanılması lazım. Ya da aç bir insanın yanında sabah akşam ekmekten, lezzetli yemek vs. gıdalardan bahsetmek, o aç insanı doyurmazdı. Açların doyması için, bizzat o gıdaları yemeleri gerekiyordu. Ne derler: “Lafla peynir gemisi yürümez.”

Derken önce bulunduğumuz şehir olan Gaziantep’ten başlamak üzere harekete geçtik. Eğer burada bir netice alabilsek, sonrasında diğer şehirlere uzanmak zor olmazdı. Öncelikle İslam kardeşliği ve ümmet ruhunu kavramış ve o konuda iddialı sesler veren cemiyet ve onların sorumluluğunu yürütmekte olan “abi” “lider” veya “hoca efendileri” tespit ettik. Sonra bu işe gönül veren arkadaşlarla kendi aramızda bir görev dağılımı yaptık. Her birimiz, daha çok ziyaretleştiğimiz, gidip geldiğimiz cemiyet sorumlusuna gidip vahdete yönelik bir adım atma teklifi yapacaktık.

Tabi bunun ilk adımı, doğal olarak bir araya gelip tanışma, konuşma ve kaynaşmaydı. Bunun için “kanaat önderi” veya “hoca efendi” konumunda olanları, öncelikle bir çay sohbetine davet ettik. Bu davete karşılık, bazıları çok ümit kırıcı bir mukabeleyle, daveti reddettiler. Kendilerini dev aynasında görüp İslam davasının tek temsilcisi gören birkaç tanesi; “biz buradayız ve yolunuza devam ediyoruz. İsteyen gelip bize katılabilir” modundaydılar ki, ikinci bir karamsarlık sebebi oldu.

Fakat çoğunluk, “ipe un serme” veya topu taca atmayı tercih ettiler. Cevaplar daha çok şu minvaldeydi. “Herkes toplansın görelim, ondan sonra bakıp değerlendiririz.” Basılarıysa bunu daha da ironi hale getirmişlerdi. “Herkes toplansın, ben zaten hazırım.” Fakat hiç birisi bir türlü ilk adımı atan olmak istemedi. Dakikalar süren yalvarmalar, uyarmalar, sorumluluk hatırlatmaları ve hatta kimi zaman haddimizi aşarak, sesimizi yükseltmelere rağmen, olumlu bir netice alamadık.

Olmadı, işi bir kere daha masaya yatırıp daha detaylı istişareler yaptık. Acaba nerede yanlış yaptık veya hata bizde mi? İkna etmenin bir çaresi olamaz mı? Derken görev değişikliği yaparak, her birimiz gideceğimiz cemiyet veya kanaat önderini, diğeriyle değiştirerek bir daha denedik. Fakat ne yazı ki, yine netice alamadık.

Derken 97 yılında “28 Şubat post modern darbesi” “batı çalışma gurubu” “yeşil sermaye” “irtica avcılığı” vb. felaket rüzgarları esmeye başladı. Bu fırtınalar, aynı zamanda cemaatlerin STK’laşma sürecini de başlattı. Derken ümmetin birliğine yönelik bir adım atalım diye yalvardığımız bazı cemiyetlerden bir araya gelelim, bazı hayır hizmetlerinde yardımlaşmanın yollarını arayalım teklifleri geldi. Biz hemen icabet ettik. Fakat artık ümmeti ayağa kaldıracak bir cemaat ruhuyla değil de, sıradan birer STK mantığıyla bir araya geliyorduk. Yıl 2021 Halen de bir araya gelmeye ve pek de suya sabuna dokunmayan konularda istişarelerde bulunmaya devam ediyoruz. Hiç yoktan iyidir diyerek devam ediyoruz fakat…