Dolar (USD)
34.46
Euro (EUR)
36.37
Gram Altın
2954.92
BIST 100
9296.69
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Temmuz 2024

​Vadide Kaybolduğunu Anlama(ma)k

“Hakikat” kavramını ele aldığınızdan itibaren farklı tartışmaları beraberinde getirdiğinin farkındayız. Özellikle görelilik kavramını yükselten post/modern çağda hakikat aşılması gereken tarihsel bir tavır olarak da görülmekte, bunun insanın özgürlüğünü teşvik edeceği varsayılmaktadır.

Geçen yazımda “Hak(ikat)” şeklinde yazdığım kavram ile anlatmak istediğim külli bir arkaplan vardı. Ülkenin sürekli tartışılan gündelik konuları dururken, böyle bir konu üzerinde durmamı konformist olarak algılayanlar olabilir. Ancak belirtmeliyim ki, ağlayageldiğiniz sorunlar bir perspektif problemidir. Önce Tanrı ve insanla ilişkiyi sağlıklı kurmak gerekir. Toplum post/modernleşme sürecinde bunları kaybetti.

“Hak(ikat)” kavramının yazımında öncelikle dikkat çekmek istediğimiz “Hak” yani Allah’tır. Allah hakikat arayışında bizim hem nihai hem de başlangıç noktamızı oluşturmaktadır. Burada Tanrı’nın başlangıç noktası olması bir sabiteyi teşkil etmektedir. Tanrı Hak’tır; aynı zamanda tüm varlık ve bilginin kaynağıdır. Tam da bu sebeple mutlaklık taşımaktadır.

Burada bilinmesi gereken nokta; Tanrı’nın bir “Hak(ikat)” olarak insan tarafından tamamıyla kavranamayacağı ve kuşatılamayacağıdır. Çünkü insanın gücü buna yetmez. Esasen insanın kendisini kuşatan eşyanın hakikatini de tamamıyla kuşatması ve kavraması mümkün değildir. Fakat insanın hakikate bazı kısımlarıyla parçalı olarak ulaşması mümkündür. Zaten bunlardan bir kısmını Tanrı kendisi ifade eder. Diğerleri de insanın çok boyutlu (insan, tabiat vb.) ve farklı yöntemlerle arayışlarının; hiç bitmeyen arayışlarının konusudur. Üstelik hakikatin bütününe ulaşamayacağını bile bile insan bu arayışını devam ettirir. Dolayısıyla da zaten hakikati kuşatarak kavradığını iddia eden sahtekarın tekidir.

İnsanın hakikat arayışında nihai nokta Tanrı’dır. Bunun anlamı; zaten kavranamaz olduğu için hakikat arayışının hiç bitmeyecek olmasıdır. Peki insan tümüyle kavrayamayacaksa niçin hakikati arasın? Çünkü bu arayış ve parça parça bulunanlar insanın rotasını çizmesine yardımcı olurlar. Diğer yandan hakikatin bütünüyle kavranamaması; insanın her bakımdan mutlaklık iddiasını elinden alır ve onu mütevazi kılar. Tanrı’nın “hidayet”ine yani göstericiliğine bunun için ihtiyacımız vardır.

Peki bilimin hakikat bağlamında statüsü nedir? Her şeyden önce bilimin fenomenler dünyasındaki gerçeklikleri ortaya koyma anlamında bir geçerliliği vardır. Bilim fenomenler dünyasını aşan hakikat ve gerçeklikle uğraşmaz. Modern dönemde bilim fenomenler dünyasını aşan hakikatleri yok sayıyor; pozitivizm gibi yöntemlerle gerçekliğin elde edileceğini düşünüyordu. Bu bağlamda modern perspektifte bilim evrensellik iddiası taşımaktaydı. Fakat sonraki gelişme ve itirazlar bilimin daha mütevazi bir konuma çekilmesini sonuçlamıştır.

Postmodernizm modernliğin evrensel bilim ve akıl nosyonuna itiraz ederken göreliliği getirmiştir. Dolayısıyla bu durum hakikat krizini ortaya çıkarmıştır. Çünkü burada herşey göreli hale geldiğinden “doğru” tespit edilemeyecek durumdadır. Postmodernizmin deyişiyle, “herkesin doğrusu kendisinedir.” Kimileri bunu insan için bir özgürlük alanı olarak okumaktadırlar.

Fakat şu sorunlu alan hala görülmekte zorlanmaktadır. Herkesin kendisinden hareketle (kendisini başlangıç noktası kabul ederek) insan, dünya ve tabiata olan devinimi (yani okuma yapması) sonucu elde edilenler ve nihai arayış noktasının kaybedilişi insanı göreliliğin içinde boğmaktadır. Bu tam da dünya denilen bir vadinin içinde kaybolmak demektir. Postmodernizmin yaşattığı ve yaşatacağı kriz budur. İnsanlar şimdilik “ben” diye cümleye başlamaktan memnun görünmektedirler. Fakat bu “ben”in ucu Tanrı’ya gitmemekte ve insana bumerang olarak geri dönmektedir. Krizin sıcaklığı henüz acıyı net hissettirmiyor.