Uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik meselesi
Öncelikle öğretmenler
odasından başlayalım. Ücretli
öğretmenler, aday öğretmenler, sözleşmeli öğretmenler, kadrolu öğretmenler,
uzman öğretmenler ve başöğretmenler bir arada oturuyor. Öğretmenleri bu
kadar çeşitlendirmenin ne gereği vardı hala anlamış değilim.
Türkiye'de herhangi bir
konuda iyileştirme yapılmadan önce oluşan heyecan ve umut maalesef iyileştirme
adına atılan adımlardan sonra devam etmiyor.
İyileştirme adına
atılan adımlar sonradan bazı sıkıntılara neden olunca bu sefer de ortamı
karamsarlık atmosferi sarmalıyor. Bunun son örneğini “Öğretmenlik Meslek Kanunu” sürecinde yaşadık.
Öncelikle öğretmenleri bir darbe ürünü olan 657 sultasından
kurtaracak mı diye beklemiştim ama belli ki o konuda hala kat edilmesi gereken
çok mesafe var.
Düşünün, öğretmenler,
uygulamada olmasa bile resmi olarak hâlâ kılık kıyafet yönetmeliğine tabidir.
Bu konuda dahi düzenleme yapılmamış bir kanundan bahsediyoruz.
Dolayısıyla mevcut
kanun,aday öğretmenlik, öğretmenlik, uzman öğretmenlik, başöğretmenlik ve 3600
arasına sıkıştırılmış bir kanun görümünde. Kısacası 2018 yılından beri üzerinde
çalışılan meslek kanunu daha kapsamlı olmalıydı.
İlk kez 2006 yılında yapılan uzman öğretmenlik sınavına
bir yılla hatta bir günle giremeyen öğretmenleri biliyorum. Erkek öğretmenlerin askerlik dönemi sayılmadığı için
sınava giremeyenler o günlerde cinsiyet ayrımı yapıldığına dair eleştirilerde
bulunmuşlardı.
Peki,16 yıldır bu konuda hak elde edebilecek
yeterlilikte olup da kendilerine fırsat sunulmayan öğretmenlerin durumu ne
olacak?
Şunu demek istiyorum. 2012’de
tezli yüksek lisansı olduğu için uzman öğretmen unvanı alan öğretmenler vardı. Bu
unvanlar bir mahkeme kararı ile ellerinden alındı.
Şimdi öğretmenlik meslek kanunu ile tezsiz yüksek
lisanslılara dahi uzmanlık veriliyor. Peki, bu haksızlık nasıl giderilecek?
Diğer taraftan da eğitim
kurumu yöneticilerinin çoğunun sınavsız görevlendirilmiş olması çelişki değil
midir?
Emekliliğe az kalmış
birçok öğretmen günlerdir sitem ediyor. Uzman
öğretmenlik sınavına girdikten sonra başöğretmenlik için en az on yıl beklemesi
gereken öğretmenler bunlar. Peki, bu arkadaşlarımız sırf başöğretmen olabilmek
için emekli olmasınlar mı?
Uygulamalardaki bu çelişkiler
ve boşluklar zamanla öğretmenlik mesleğini değersizleştirecek, öğretmenleri
ayrıştıracak ve mesleki dayanışmayı zayıflatacaktır. Okul, idareci, öğretmen,
veli ve öğrenci ilişkilerini de zedeleyecektir.
Kaldı ki öğretmenlik mesleğini sınavlar aracılığıyla para
ödülüne çevirmek bana hiç de mantıklı gelmiyor. Ülkemizde üniversite mezunu
memurlar arasında en düşük maaşı olan öğretmenlerin durumlarını iyileştirmek
için buna gerek yoktu.
Amaç kaliteyi
arttırmaksa ortada 26 yaşında profesör olmasıyla gurur duyduğumuz rahmetli Oktay Sinanoğlu örneği var.Hayatını,
başarılarını okumanızı dilerim.
Onar yıllık aralıklarla
uzman ve başöğretmen sınavları düzenlemek suretiyle eğitimde kalitenin
artacağını düşünen varsa yanılıyor.
Henüz öğretmenlik
meslek kanunu çıkmadan önce ülkemizde yaklaşık 90 başöğretmen, 75 bin uzman
öğretmen vardı. Yani en azından bu uygulamanın eğitim sistemine yaptığı katkıyı
gözlemleyebilirdik.
Kaldı ki öyle bir kaygımız var ise öncelikle öğretmen
yetiştiren kurumların dört yıl boyunca verdiği eğitimden başlamalıyız.
Öğretmenlik mesleğine başladıktan sonra yapacağımız sınavlarla bu durumu
tersine çeviremeyiz.
Demem o ki öğretmenlik
meslek kanunu, bu mesleğin özüne ve ruhuna pek bir şey katmıyor. Eğitim sendikaları
mı? Onlardan ümidimi keseli çok oldu.