Uzlaşmak
Değerlerinize sövüyorlar, uzlaşıdan bahsediyorlar. Kendileri kibrin zirvesinde; sizi gömmek istiyorlar, çıkıp uzlaşıdan bahsediyorlar. Tercihlerinizi sorgulayıp baskı uyguluyorlar; çıkıp özgürlükten bahsediyorlar. Son günlerde yaşadığımız manzara böyle. Kilitlendiğimiz seçim sürecinde yaşadıklarımızdan bahsetmek istiyorum. Bir eşikteyiz, organize bir saldırı ile karşı karşıyayız. Uzlaşmak mümkün mü?
Seçimler 2.tura kaldı. Bakalım, ne
olacak? Toplumu germeye, bölmeye, sinir harbine
sokmaya çalışan açık ve gizli yapıların organize saldırıları da artmaya
başladı. Demokrasi ve özgürlükten dem vuranlar, kendileri gibi olmayanları yok
etmek için çirkince ve alçakça saldırıyor. İçten ve dıştan ne kadar da organize
olmuşlar. Seçmen sindirilmeye,
korkutulmaya çalışılıyor. Seçmen üzerine
böyle saldıran yapılar, Muharrem İnce’yi adaylıktan çekilmek zorunda
bıraktı. Bunu yapanlar da İnce gibi
siyasi görüşe sahip kişiler ve yapılar. Elbette ittifak çağrısı olabilir,
desteği istenebilir ama burada İnce’nin mahremiyetine doğrudan saldırı
olmuştur. Şimdi nasıl uzlaşma olabilir?
Karşı tarafın art niyeti ortada iken nasıl el uzatılır? Sanırım bu
durumda sağlam ve sarsılmaz bir duruş sergilemek gerekir. Bizden olsun ya da
olmasın, birisinin kişilik haklarına, mahremiyetine saldırı ve tecavüz varsa
toplumdan buna tepki göstermesi beklenir. Neme lazım, diyenler ile umursamadan yoluna
bakanlar çoğunlukta. Oysa bu arıza gün gelecek sizin de başınıza bela olacak.
Seçim
sürecinde sosyal medya üzerinden yayılan bazı tezviratlar üzerinden
yıpratılmaya çalışılan siyasi kişiler ve ailelerinin düştüğü durumu düşündük
mü? İnsanlar suç da işlemiş olabilirler ama bunun yeri sosyal medya olmamalı
idi. Adalet mekanizmasının zamanında çalışması, gecikmemesi de burada
dikkatimizi çekiyor. Bir husus da güven sorunu var. Evet, toplum ne yazık ki
karanlık yapılardan adalet bekler hâlde. Karanlık yapıların hesaplaşmasına ulu orta
şahit oluyoruz. Güçlünün hakkını aldığı arızalı bir sistem var gibi. Haklı ama güçsüz nice kişi hak gasbına
uğrayabiliyor. Gelin de siz uzlaşın!
Siyasete
müdahalenin olduğunu biliyoruz. Bu müdahaleyi yapanlar değerlerimizden
inancımıza, tercihlerimizden yaşam biçimimize kadar müdahale ediyor. Zorbalık
var. Kendilerini Türkiye’nin sahibi sanan sosyal medyadaki lümpenlerin saldırı,
küfür ve tacizleri ile üstünlük sağlamaya çalışan siyasetçilerin zavallı hâli
içler acısı değil mi? Kendilerinden olmayanların yaptığı iyiliği, güzelliği,
hizmeti, başarıyı takdir etme centilmenliğini gösteremeyen kibir âbideleri
ülkenin kaderini belirlemek istiyor. Her iyilik hareketini sabote etmekteler. Sürekli
yalandan beslenen, iftirayı meslek hâline getiren, yüzleri kızarmayan, utanma
duygusunu unutan, hiçbir insani değeri görmeyen, sürekli olumsuz ve karamsar
tablolar göstererek toplumda panik ve korku uyandıran, birlikte yaşama
kültürünü yok eden, komşuluk ve arkadaşlık hukukunu çiğneyen habis ruhlu bu
tiplerle uzlaşmak mümkün mü? Hayır!
Heterojen
özellik taşıyan modern toplumsal yapılar, bölünmüş aidiyet yapıları ve farklı
sosyal arka planlarla insanları çatışan hedeflere yöneltmektedir. Bu
farklılıklar daha çok ideoloji, etnisite, cinsiyet ve din gibi noktalar
üzerinde görülüyor. Siyasetten beklentimiz, çatışan dünya görüşleriyle
insanların bir arada yaşamalarını sağlamaktır. İşte burada uzlaşma kültürünün kabullenilmesi
gerekiyor. Hoşgörünün yerini intikam ve nefret duygusu almış durumda. Montesqueiu, “Bir demokraside cumhuriyet
sevgisi demokrasi sevgisidir. Demokrasi sevgisi eşitlik sevgisidir.” diyor.
Şimdi soralım: “Kendilerini cumhuriyetçi gösteren zevattan böyle bir yaklaşım
gördük mü?” Rousseau, hiç kimsenin
başkasının tahakkümü altına girmediği, herkesin eşit ve özgür olduğu bir toplum
düzeninden bahseder. Var mı böyle bir düzeni kabul eden? Böyle bir düzen başta
kendilerini çok yüksek aydın (!) görenlerin işine gelmiyor.
Taşralılar
merkeze kaydı. Sınıflar arasında makas daralıyor. Sermaye ve bürokraside karma
bir yapı var. Tekelci bir zümrenin elinden alınan konumların ve pozisyonların
savaşı var. Türkiye’de olan biten budur. Kimse eşitlenmek istemiyor. Ötekileştiren,
empatiden uzak, diğerinin kimliğini hiçe sayan bir yapıyla uzlaşmak bu durumda
zor hatta mümkün değil. Ne yapmalı? Kendimize
yeni yollar açarak ilerleyeceğiz. İyi
insanlarla yola devam etmeli. Emerson, “Medeniyetin
ölçütü ne nüfus ne de şehirlerin büyüklüğüdür. Ölçüt, bir ülkenin ortaya
çıkardığı insan kalitesidir.” diyor. İyi
insanları yetiştirmek ve iyiliği yaymak derdimiz ise uzlaşmak gibi bir
müzakereye gerek kalmayacaktır.