Üzerinden bir yıl geçti
Kıyametten geliyorum
Gri dünyanın uçurumuna
Binlerce evlat bıraktım
Sözün deliren sesi kesti bıçak gibi
Lime lime taşları
Soğuk bir yazgıda dağılırken
Siyahı renk
olarak bilmek çocukluk yıllarına aitti. Büyüdükçe anladık anlamını. Kapkara
bulutların ardından gelen rahmeti okuduk dünya kitabında. Gecenin ardından
gelen gündüzü kaybolmaya yüz tutmuş renklere de içten bir sessizliktir beyaz ,
şeffaflık katan.
6
Şubat. Saat 4.17
O gece yağan kar usulca örtüyordu yeryüzünü.
Beyaz yorgan misali kaplarken her yeri, bir hüzün bir sevinç dans ediyordu
içinde. Her şey zıddı ile kaimdir bilgisi o gece bambaşka tecelli edecekti.
Yıldızlar saklıydı ve gökyüzü pespembe.
Kim
bilebilirdi ki karanlığa gömülecek bir sabaha gebeydi vakit. Koca bir gürültü
ile korkuya kapılan aciz yüreklerimiz. Ellerimiz, ayaklarımız, görevlerini
şaşırmış halde bir ıstırapla bir o yana bir bu yana koşuştururken dilimizde
tekbirler.
Gönül kıyımıza
oturup kendimizi dinlemek ve dinlenmek çok da mümkün olmadı. Acılar yumağına
gark olan gönüller, biten kül olan şehirler küllerinden doğmak için mücadele
veriyordu.
Yıl
dönümü bugün kara günün. Silkelenmenin, kıyametin yeryüzüne terennüm ettirdiği
feryadın üzerinden 365 gün geçmiş. Her an’ı yıl gibi yaşayanlar için zaman
takvimi işlevsiz buralarda.
Evladını
kaybeden anne baba, eşini kaybeden karı koca, anne babasını kaybeden evlat için
zaman bambaşka işliyor. Kalbe ve göz yaşına ayarlı saatler hep o an’ da duruyor. Akrep yelkovan dönmek bilmiyor çakılı kalmış
zihinlerde.
Mezarlıkları mesken eden nice insan için mezar
taşları sarılma duvarları. Öyle sıcak ki onların gövdeleri sarılanları
üşütmüyor. Hasretin bahçesinde sonsuz muhabbetler yeşeriyor.
Üzerlerinde
yükselen baharları, çiçeklerinden yayılan kokuyu tüm mevsimler kıskanır belki
de. En kısa ayın soğuk çehresini, siyahın en koyu haliyle hatırlarken, paramparça
olan yüreklerin kara hüznünü dindirecek merhem yok. Acının tarifi yok, çok
acıtıyor acı. Acının eli öpülmez, beli bükülmez. Çok acıdır. Gözyaşı ve dua ile
seyreltiyor insan.
Dünyanın kendi bedenindeki kırıklığını
insanoğlunu böylesine paramparça etmesi’’ Hadi dünyayı bir daha düşün’’
cümlesini kurmaya sebep oluyor.’’ Düşün! Dünyayı, içindekileri, sahip
olduklarını. Düşün! sahip olduğunu sandıklarını, olamadıklarını veya olmaya
çalıştıklarını. Dün ’ya içindeki her şey dün ’de
kalırken bugün için yaptığımız güzel işlerin sorgusuydu bizi iyi tutan.
Bugünün
toprağına ektiğim tohumlar benim dünyamın verimine iştirak ederken, çorak
bırakmanın acısına gark olmamaktı işte ömür dediğimiz yolculuk.
Nehrin kıyısında susuz kalan insan olduğu gibi,
cebinde parasıyla puluyla kartıyla da susuz, ekmeksiz kalabiliyormuş! Evlerin
kırılınca beli insan düşüyor. Kara günün dostu ak insanlar, zoru kolay edenler,
iyi ki varlar.
Yıldönümünde acılar hiç azalmadı, söylenecek
sözler boğazlarda düğüm düğüm. Ölenlere rahmet dilerken yaralıların ölümden beter
acılarına merhem olmak hepimizin görevi. Şehri yeniden imar etmek zor olsa da, kutlu
bir yolculuk bu. Hayatta kalanlar, vedasız gidenlerin geride bıraktıklarına
vefa ile çok iyi bakmalılar ve arkalarında bıraktıkları o güzel şehirlere de.
Akışı
değişti /suyun yönü
Ölmek
yaşamaktan daha kolaymış
Sağımdan
solumdan yürüyen telaşın bacakları diz çöktü
Evlerin
kemikleri kırılırken
Süsü
silindi şehirlerin
Dev bir
suskunluk kıskacında alem
Sancısında
dirildim…Vesselam