Uzaydan doğudan batıdan
Kalemi elime aldığım bu vakitte de dünya dönüyordu. Alper Gezeravcı hâlâ uzaydaydı. Türkiye adına deneyler yapıyor, yapacak. Tuz Gölü'nde yetişen bitkinin tuza verdiği tepki uzay ortamında araştırılacak. Sosyal medyada birçok şehirden insanlar ilk Türk Astronot için capsler üretmişlerdi. Kimisi ünlü astronotu Urfa ağzıyla konuşturup Urfa İsotu, kimisi Birecik Patlıcanı tohumunu uzay istasyonunda ekme derdindeydi. Alper Gezeravcı, dönüş yolunda okullara bağlanıyordu. Haber ajansları, annesinin -önce pilot sonra astronot- oğlu için çok sevdiği yemeği güveç hazırladığını duyurmuştu. Demek ki uzay istasyonunda internet kesintisiz hem de ücretsiz idi.
Alper uzaydayken Gazze kan ağılıyordu. Filistin yastaydı, Kudüs
sessizce yas tutuyordu. Batı Şeria’da İsrailli
teröristler gece baskınları yapıp insanları öldürüyordu. En son İsrailli
teröristler, Cenin şehrinde Filistinli insanların kılığında İbni Sina
hastanesini basıp hasta yatağındaki Filistinlileri şehid etmişlerdi. Ve dünya
hala uyanamamıştı.
Filistinli Gazzeli muhabir Kerim Alastal, 2 Şubat 2024 tarihinde şu
olayı bildirmişti. “Çadır kampa sığınan kuzenim evde un ve doğal tüpünü almak
için dışarıya çıkmıştı. Evine yaklaşırken Siyonist bir keskin nişancı onu hedef
alıp şehid etmişti. Annesi bunu haber almış ve oğlunun cesedini sokak ortasında
bırakmak istemediği için o da yola koyulmuştu. Yanına diğer oğlunu da almıştı. Anne
ve ikinci oğul da evlerine yaklaşmıştı, yerde cenazesi olan diğer oğluna tam
sarıldığında İsrailli keskin nişancı onu ve ikinci oğlunu kurşun yağmuruna
tutuyor. Onları da oracıkta şehid ediyor. Bugün üçünün de defin merasimi vardı.
Üçü de Gazze’nin kanla karışmış kutsal topraklarında defnedildi.”
Bizler, Türkiye’deki Müslümanlar olarak hiçbir şey yapamamaktan
yorulduk. Dünyadan, etrafımızdan tiksinmekten başka bir şey yapamıyoruz.
Yediğimiz, içtiğimizden utanıyoruz. Filistinlilerin Gazze’de erzakları
tükeniyor. Bizim de burada yüreğimiz tükendi. Sabrımız taşlaştı. Ki taş olsa çatlar,
dağ olsa yıkılırdı.
Gazze’de soykırım devam ederken güzel ülkemde bulanık suda balık
avlayanlar tetikte bekliyordu. Bir soldan bir sağdan naraları atan Kripto
Yahudiler, ülkeyi kaosa sürükleyip ellerine, avuçlarına almaya çalışıyorlardı.
Emniyet birimlerimiz, geçen ay çok sayıda Mossad ajanını sepetleyip tutukladı.
Demek ki daha tutuklanmayan bir sürü ajan var, deşifre olmayan var. Sakallı,
bereli, küpeli, rockçu, popçu, dantelli, eskortçu, ayyaşı, eroincisi,
teröristi… Daha nice sektörde bu ajanlarla iç içe yaşıyoruz. (Yakalanan ajanlar
sonrası edindiğim intiba)
Ah! Bulanık sular, bulanık sular… Bulanık sularda Allah’ın garip
kulu Ramazan Hoca’nın bir çay ocağında şehid edildiği haberini alıyoruz.
Ramazan Hoca’ya önce deli diyorlardı. Daha sonra bu kadar doğru konuşan bir
adam bulamadığından dolayı ona cephe almışlardı. Geçimini tesbih satarak,
mezarlıklarda ağaç budayarak sağlayan Ramazan hoca kimler için tehdit olmuştu,
oluşturmuştu. Kimi dünya gözüyle görür deli derler, kimi gönül gözüyle görür
veli derler.
Ramazan Hoca’ya dair söylenecek çok söz var. Şehadet zaferdi
diyordu kendisi. Ramazan Hocanın katilleri onu namaz üzerinde öldürmüşler.
Kendi halinde İslam’ı yaşamak bu dünyada zor...
Ramazan Hoca’dan sonra katiller İzmir’de bir taksiciyi öldürdüler.
Bunlar iyiliğe kalleşçe saldırıyorlar. Katiller dünyada iyilik kalmasın
istiyorlar. Düşünün, bir taksici yolda üşümesin diye aracına aldığı bir adam
tarafından kalleşçe öldürülüyor. Bu olayı duyunca sahabe zamanında ya da klasik
zamanlarda kalma bir hikâye duymuştum. “ Yaşlı bir deveci, çölde yerde yatan
bir hasta adamı görür. Ona su verir, onu devesine bindirir. Deveye binen hasta
adam deveyi topuklar ve kaçar. Deve sahibi hırsızın ardından bağırır: “Ne olur
kimseye bu hırsızlığını anlatma. Hırsız, şaşkınlıkla durur. Neden, der. Deveci,
“şayet biri duyarsa bu olayı, çölde ihtiyaç halindeki birine kimse artık yardım
etmez.” Demişti.