Uyuşturucu!
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u dinleyin lütfen:
“Cezaevlerimizin
mevcudunun şu anda 3’te biri uyuşturucu suçlarından hüküm giyen kişilerden
müteşekkildir!
Kullanma suçu
bakımından da, denetimli serbestlik kapsamında da çok ciddi oranda kişi var
dışarıda!”
Hapis yatan her 3 kişiden biri uyuşturucudan mahkûm.
Sokaklarımızda da, uyuşturucu müptelâsı dünyanın insanı var.
“İçeri”deki, yani
hapishanedeki tablo korkunç.
Dışarıdaki de öyle…
Sokaklarımızda dolaşan “başıboş”
uyuşturucu kullanıcılarından birinin ters zamanına tevafuk ettiğinizde,
neler gelebilir başınıza!
Sayın Bakan,
cezaevlerini biraz olsun rahatlatacak bir “atılım”a
vurgu yaptı konuşmasında.
Önümüzdeki 4 yıl içinde, “zorunlu
tedavi merkezi işlevini” görecek 106 adet cezaevi açılacakmış.
Güzel bir adım olur,
uyuşturucudan hapse girenlerin ne kadarı ıslah edilse kârdır.
Uyuşturucu belâsı ile
mücadeleye katkı sağlayacak her çalışmaya, bizden tam destek.
Gönül dolusu dua.
x
Tâkip edenlerimiz
hatırlayacaktır;
MİLAT’ta
çok kapsamlı bir “Uyuştucuyla Mücadele”
yazı dizisi yayımlamıştık.
Aylarca bu işle uğraşmış, sıkıntının
büyüklüğünü gözler önüne sermiştik.
Uyuşturucu belâsı, maalesef
bütün katmanları sarmış durumda.
İster Dindar ol, ister
Muhafazakâr…
İster Kemalist ol, ister
Liberal..
İster zengin ol, ister
fakir…
Uyuşturucu belâsı, senin
evine de bulaşabilir!
Etrafınıza şöyle bir
baktığınızda…
Ailenizde, apartmanınızda,
sokağınızda, mahallenizde mutlaka uyuşturu belâsına bulaşmışları göreceksiniz.
Bu yazıyı okuyanların çoğu, “Evet, bizim buralarda da var!”
diyecektir, eminim.
Lise Öğretmeni arkadaşlarla
konuştuğumda, sıkıntıyı iyice görebiliyorum.
“Bu mesleği çok seviyoruz ama inanın, bir başka
işe geçebilme imkânımız olsa, hiç düşünmeden gidebilecek durumdayız” diyor ve ekliyorlar:
“Bu
şartlarda adam akıllı eğitim faaliyetinde bulunmak mümkün değil. Bıçkın
delikanlılardan, hatta kızlardan birine bir lâf söylesen, anandan emdiğin süt burnundan
geliyor! Çoğu da, dışarıda zararlı tiplere takılıyor! Gençlerimizi uyuşturucu belâsına düşürmek
isteyenler, faaliyetlerini gün geçtikçe hızlandırıyor”
x
Maalesef, tam mânâsıyla “değerler erozyonu” sürecinden
geçiyoruz.
İnsanı hayata bağlayan hedefleridir,
idealleridir.
Gençlerin büyük bölümünün
hedefi, ideali yok.
Hiçbir şey mutlu etmiyor
onları.
Çocukluğumuzda, “Aile Babası” olma hayalini kurardık.
İyi bir evlilik yapmak, İyi
bir “Anne” olmak da, kız
çocuklarının hayaliydi.
1980’lerin sonlarına doğru, “Evlenip de belâ mı alacaksın başına!”
yollu lâflar sıkça duyulur oldu.
Bir kişi, orta yaşlara kadar, ileri yaşlara kadar
evlenmezse, hatta “hiç” evlenmezse
ne yapar?
Nasıl bir hayat sürer?
Evlenir de, Allah nasip
ettiği halde çoluk çocuğa karışmak istemezse, o evlilik nasıl bir evlilik olur?
Annelik, babalık, dedelik,
ninelik “istenmez” olmuşsa, o toplum
nereye gider?
“Küresel Çeteler”, dünyanın dört bir yanında tezgâhlarını
kurmuşlar…
Ellerindeki “iletişim”, “etkileşim” vasıtaları
üzerinden, manevi zeminleri, yani MANEVİ
VATAN’ları kaydırıyorlar.
Bol bol fonladıkları sapkın yapılar üzerinden,
medya üzerinden “kanıksatma”
faaliyetlerini yürütüyorlar.
“Herkes cinsel tercihlerinde özgürdür!” yollu cümleler, üzerinde düşünülmeden onaylanıyor.
“Modern Ekonomi’nin Babası” olarak nitelendirilen Adam Smith’in “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!”
diyerek ortaya koyduğu “sapkın”
ilke, tam mânâsıyla hayata geçirilmiş durumda.
Muhafazakâr aileler bile,
kızlarına oğullarına, “Bu saate kadar
dışarıda ne işin var?” diye sorduklarında,
“Çocuk değilim ben!” karşılığını alıyorlar.
Aile disiplininden kopuk bir
şekilde yaşayan gençler, ileriki yıllarında ne ev, ne de iş disiplinine
uyuyorlar.
Çinli Savaşcı, Filozof Sun Tzu, binlerce yıl evvel,
“Akıllı güç, düşman ordusunu savaşmadan yenmesini
bilir! Üstün başarı, düşman direncini savaşmadan kırmaktır!” demiş.
Hedef toplumların
psikolojisini çökerten, manevi zeminini kaydıran güçler, işin büyük bölümünü
bitirmiş olurlar.
Aile, akrabalık, komşuluk
bağları sağlam olan toplumların psikolojileri de sağlam olur.
Psikolojileri sağlam
toplumlar, MANEVİ VATAN’ları dimdik
ayakta olan toplumlar,
MADDİ VATAN’ları işgale uğramış olsa da, düşmanlarını mutlaka mağlubiyete
uğratırlar.
Her toplumun, her yapının en
güçlü tarafı, aynı zamanda en zayıf tarafıdır.
Bizim en güçlü tarafımız,
öncelikle MANEVİ VATAN’ımıza sahip
çıkma bilincimizdir.
Aile, akrabalık, komşuluk
bağlarımızdır.
“Komşusu açken tok yatmama” bilincimizdir.
Devlet olarak, “Baas katillerinin” zulmünden kaçan komşularımız Suriyelilere “ev sahipliği” yaparak, komşuluk
hukukunun gereğini yerine getirdik.
Dışarıyla ilişkilerimizde bu
güzelliği yaptık ama, kendi içimizde komşuluğu unuttuk!
Bırakın komşuluğu, dayı,
amca, teyze, hala, yeğen, yenge, enişte…
Hatta ve hatta, dede-nine, anne-baba, erozyona uğradı.
Ünlü Kırgız Yazar Cengiz
Aytmatov, “İnsanlar her şeylerini bir
merkezden yayılan programlara göre yapacaklar.Herkes canının çektiği gibi
yaşadığını ya da bir şeyi istediği için yaptığını zannedecek, oysa her şey
yukarıdan yönlendirmelere göre gerçekleşecek. (..) Sana gönderilen sinyalle,
şarkı söyleyecek, dans edeceksin!” der. Büyük Edebiyatçı, bu cümleleriyle
bugünkü hallerimizi tarif eder!
“Zevk tatmininden” başka hedefi, ideali olmayan insan, gideceği
yerleri rüzgârın belirlediği kuru yaprak gibidir.
Sürüklenip gidiyoruz,
maalesef!