Dolar (USD)
35.33
Euro (EUR)
36.57
Gram Altın
3009.95
BIST 100
9972.03
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Uydurma resmî dil hakkında Oğuz Çetinoğlu'na mülâkat (4)

“Küresel” kelimesinde dikkat edilmesi gereken bir başka husûs var: Kelime, Fransızcadaki “global” mukâbili kullanılıyor… “Global”, “globe” kelimesinin (Uydurmacıların ithâl ettiği) “-Al” türetmeliğiyle teşkîl edilmiş sıfat hâli… “Globe” da, Latince –top, küre mânâsındaki- “globus”den geliyor. “Le globe terrestre”, Kürre-i Arz veyâ Yer Küresi demek… Mutlak olarak sâdece “globe” şeklinde kullanıldığı zamân da aynı mânâ kasdediliyor. Yânî “globe”, Arz, Dünyâ, Yeryüzü demek… Bu mânâsıyle “global” de, Arza, Dünyâya âid demekdir.

İşte “küresel”, “küreselleşme” gibi tâbirleri, Uydurmacılar, “global”in bu ikinci mânâsında kullanıyorlar… Hâlbuki Türkcede “küre” kelimesi, tek başına, hiçbir zamân “dünyâ” karşılığı kullanılmamıştır; onun böyle bir mânâsı yoktur; kelimeye ancak bir devrimbâz hokkabâzlığıyle “bütün dünyâyle alâkalı” mânâsı kazandırılıyor.

Öyleyse “global, mondial”, “globalisation, mondialisation” gibi tâbirler karşılığında ne denebilir?

Biz, eskiden beri, “global” veyâ “mondial” karşılığında “dünyâ çapında” diyoruz. Meselâ “les forces globales”i, “dünyâ çapında kuvvetler”, “une économie globale”i, “dünyâ çapında bir iktisâd” veyâ “dünyâya şâmil bir iktisâd” şeklinde tercüme edebiliriz. Belki “dünyâyı kuşatan” da denebilir…

Globalisation” veyâ “mondialisation” ise, “yekpâreleşme” tâbiriyle ifâde edilebilir. Misâl: “La globalisation des problèmes environnementaux”: “çevreyle alâkalı mes’elelerin yekpâreleşmesi”…

Bunlar beğenilmezse, “global” ve “globalleşme” kelimeleri kullanılabilir! Ama kat’iyen “küresel, küresellik, küreselleşme” değil!

- Çetinoğlu: ‘Giriş yaptı’, ‘çıkış yaptı’, ‘bekleme yaptı’, ‘gecikme yaptı’, ‘tavan yaptı’ salgını önlenebilir mi? Nasıl?

- Yesevîzâde: “Giriş yaptı, çıkış yaptı, bekleme yaptı, gecikme yaptı” gibi söyleyişler, Frenk şîvesine uyuyor; bunlar, bizim zâviyemizden şîvesizlikdir. Dikkat edilirse, meselâ “rötar yaptı” yerine “gecikme yaptı deniyor”… Düzgün ifâde, meselâ “tren gecikdi”, “tren gecikmeli geliyor” şeklinde olabilir. “Tavan yapmak” yerine de, “tavan değere çıkmak”, “tavana vurmak” denilebilir…

- Çetinoğlu: Önlenemez ise; ‘hiddet yaptı’, ‘sabır yaptı’, ‘okuma yaptı’, ‘kavga yaptı’ ucubeleri gelebilir mi?

- Yesevîzâde: Devrumbâz Uydurmacıların Türkceye hürmetleri olmadığı için onlardan her çeşid lisânî ucûbe beklenebilir!

- Çetinoğlu: Hikâye okumayı mı tercih edersiniz, öykü okumayı mı?

- Yesevîzâde: İşte size bir ucûbe daha: “öykü”! Biz küçükken, (Muş’un Bulanık kazâsında) “ağzını öykünmek” derdik. Bu, birinin konuşma tarzını tahrîf ederek taklîd etmek demekdir. Bu bakımdan, ben, Fransızcadaki “onomatopée”yi “öykünme kelime” tâbiriyle karşıladım. Dilimizde böyle pek çok öykünme kelime mevcûddur: “Patırtı, gürültü, şakırtı, şapırdatmak, gümbürdemek” gibi…

Üstelik, “hikâye” ne güzel bir kelimedir! Telâffuzu güzel, târihî derinliği var, farklı mânâlar kazanmış, onunla tâbirler yapılmış… Bizi biz yapan kelimelerden biri! “Hikâye etmek”… “Hikâyeci”, “hikâyecilik”, “hikâye birleşik zamânı”… “Bir sürü şey anlatıp durdun! Hepsi hikâye!” “Bu vergi hikâyesi de artık can sıkıyor!”

- Çetinoğlu: Türk Dili Kurumu Başkanı olsanız, çeşitli sebeplerle müdâhil olamadığınız, seyircisi olmaktan üzüntü uyduğunuz durumlarla karşılaşsanız ne yapardınız? (İstifa mı ederdiniz, yanlıştan dönülmesi için ısrar ederek görevden alınmayı mı beklerdiniz?)

- Yesevîzâde: Esâs dâvâsı, Türkcenin yerine sun’î bir dil ikâme etmek olan ve bu emelinde de muvaffak olan Dil Kurumu gibi bir müessesenin başında bulunmayı aslâ arzû etmem! Bilakis, temennîm, onun feshedilip yerine bir Türk Dili Akademisi kurulmasıdır!

Uydurmacılara göre: “Türkcenin cümle yapısı, insan kafasının normal işleyişine uygun değildir”

- Çetinoğlu: İlk sorumuza cevâb verirken: “Kelimeler yetmemiş, cümle yapısı üzerinde dahi ameliyât yapılarak, nesir dilinde, Frenk lisânlarındaki cümlelere benziyen ‘devrik cümleler’e yaygınlık kazandırılmıştır.” dediniz. Bu tesbîtinizi biraz daha açar mısınız? Bunun altında yatan mantık nedir?

- Yesevîzâde: Efendim, hakîkaten, “topyekûn Garblileşme” şiârına uygun olarak, dilde de mümkün mertebe “Garblileşmek”, dîğer tâbirle “Frenkleşmek” istenmiştir. Bu şiâr muvâcehesinde Türkcenin kelime yapısının ve kelime hazînesinin Fransızcalaştırılması kâfî görülmemiş, daha ileri gidilerek, Türkcenin Fransızcanınkine uymıyan cümle yapısı dahi ona benzetilmiye çalışılmıştır. (Hep “Fransızca”dan bahsediyoruz; çünki o zaman Uydurmacıların model aldığı dil, Fransızca idi…) Yazı dilinde giderek yaygınlaştırılan devrik cümle kullanılışı bu sakîm zihniyetin netîcesidir. Bu fikir, insan aklının normal işleyişinin, Türkcedeki gibi değil, Fransızcadaki gibi bir cümle kuruluşu gerektirdiği iddiâsıyle müdâfaa edilmiştir. Yâni (Fâil + Mef’ûl + Fiil) dizilişi yerine, (Fâil + Fiil + Mef’ûl) dizilişi…

Bu husûsun, ilk Dil Kurultayı’nda, en başta, -“Öztürkçe”nin de mûcidi olan- Fuad Köserâif tarafından müdâfaa edildiğini görüyoruz. Bu meyânda, bu Kurultaydan başlıyarak, uzun seneler zarfında ve ısrârla, Türkcenin bir Hind-Avrupa dili olduğu, zâten Türklerin de bir Hind-Avrupa kavmi olduğu müddeâsının işlendiği müşâhede edilmektedir. Hem de –aynen “Güneş-Dil Teorisi” gibi- resmî bir müddeâ olarak…

Birinci Kurultay’da Fransızca nahvinin (cümle yapısının) benimsenmesini taleb eden dîğer bir isim de, Edirne Meb’ûsu Mehmet Şeref Bey’dir. İlmî teblîğlerin sunulduğu bir toplantı değil, hamasî nutukların atıldığı bir parti kongresi mâhiyetinde cereyân eden bu Kurultay’da, Şeref Bey, umûmî havaya uygun heyecânlı nutkunda, Türk dilinin “katran kuyusu”na benzettiği “Arap dili ve inancı”ndan, ayrıca “derin karanlıklara dalmış örümcekli kafalar”ın elinden kurtarılması lâzım geldiğini haykırmakta ve şu resmî hedefi îlân etmektedir:

“Türk kafası da, Türk dili de Batılaşacak [“Batılılaşacak”], geçmişin yürütmeyen her durdurucu engeli sökülüp atılacaktır!” (Kaynağı, Türkçenin Istılâh Mes’elesi kitabımızda, Mart 2013, ss. 432-433)

1935 senesinde, bu sefer de Örs kardeşler (Sedad ve Vedad Örs), Revue Internationale de l’Enseignement mecmûasında pek geniş olarak aynı fikri işlediler. Örs kardeşler, Fransızcadaki “qui” ve “que” nisbet zamirlerini “ki o=ko” ve “ki onu=konu” uydurmalarıyle karşılıyarak tamâmen Fransızcaya benzer cümleler teşkîlini istemekteydiler. Meselâ:

“Je vois l’enfant qui dort ¦ Görüyorum çocuğu ko uyuyor”. Veyâ: “Les oiseaux que j’ai achetés hier sont échappés de la cage ¦ Kuşlar, konları almıştım dün, kaçtılar kafesten”.

Onlar, ayrıca, tıpkı Fransızcadaki gibi:

“Avant que je ne sois sorti dans la rue ¦ Evvel ki çıkmadan sokağa” veyâ:

Après que je me suis rasé ¦ Sonra ki traş oldum” şeklinde söyleyişleri de Türkceye hâkim kılmak fikrindeydiler.

Örs kardeşlerin resmî tasvîbe de mazhar olan bu fikirleri, o sene, hayâtının ilk devresine zıdd olarak sonradan “Yoztürkçe”nin baş propagandacısı sıfatını kazanacak olan Nurullah Ataç tarafından da, harâretle alkışlanacaktır:

“İki Türk, Sedad Örs ile Vedad Örs (Zeki): ‘Türkçenin nahvi yalnız Batı dillerininkine değil, insan kafasının normal işleyişine de uygun değildir’ diyebiliyor… Elbette ki her nahiv bir milletin normal düşünüşünün aynası, tâ kendisidir. Fakat bugün, Örs kardeşlerin o sözüne yanlıştır, haksızdır diyebilir miyiz? Hayır, çünkü onlara bunu söyleten sıkıntıyı hepimiz duyuyoruz; Fransızcanın, İngilizcenin, Almancanın nahivlerini düşünüşümüze daha uygun buluyoruz; demek bizim nahvimiz düşünüşümüzün aynası olmaktan çıktı. İster istemez değişecektir.”

Rahmetli Prof. Dr. Osman Turan, bu hezeyânları okuyor, içi içini yiyor, fakat İstibdâdın o en koyu devresinde sesini çıkaramıyordu. Sene 1939 olup prangalar biraz gevşeyince daha fazla dayanamıyacak ve Saadeddin Arel ile İsmail Hami Danişmend tarafından neşredilen Milliyetçi Kültür Mecmuası Türlük’ün 1 Temmuz 1939 târihli 4. sayısında, 20 sayfalık uzun bir makâleyle, onların sûiniyet mahsûlü iddiâlarını cerhedecekdir. Mâmâfih, onun lisâniyâta dayalı ve aklıselîme uygun o makâlesi, yine de bu bâtıl cereyâna mâni olamamıştır. Çünki zâten sûiniyet mahsûlü olan bu cereyânın hakîkat endîşesi yoktur; ayrıca o, bir resmî projedir...

Vedad Örs, 1942’de Dördüncü Dil Kurultayı’na sunduğu teblîğde şöyle demekteydi:

[Hiç olmazsa,] fiili cümlenin sonundan biraz ortasına doğru getirmeye çalışsak ne olur? Durmuş Yaşar’ı dövüyor diyeceğimiz yerde Durmuş dövüyor Yaşar’ı demeye gayret etsek olmaz mı?”

Bugün Fuad Köseraif’lerin, Şeref Beylerin, Örs Kardeşlerin, Dil Kurumu’nun en azından asgarî programının tahakkuk etmiş olduğu esefle görülmektedir. Günümüzde öyle aklıevvel yazar müsveddeleri vardır ki bütün bir kitablarını neredeyse baştan sona devrik cümlelerle kaleme almayı mârifet bilmektedirler!

- Çetinoğlu: Türkçe cümle yapısındaki ana kaide nedir? Cümlemizin bu yapısı bir nakîse midir?

- Yesevîzâde: Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve “Öztürkçe” Dayatmasıyle Fransızcalaştırılan Resmî Dil ünvânlı kitabımıda tafsîlâtıyle îzâh ettiğim gibi, Türkçede merâmın ifâdesinde esâs olan, tâlî olanın aslî olandan veyâ belirtenin belirtilenden evvel gelmesidir. Grammaire de la langue turque; théorique et pratique kitabının müellifi Alfred Mörer’in ifâdesiyle:

“Türkçe cümlede, tâlî unsur, esâs unsura tekaddüm eder (la construction de la phrase turque est basée sur ce principe fondamental que l’accessoire doit toujours précéder le principal)”. (İstanbul: Ümit Basımevi, 1967, p. 194.)

(Fâil + Mef’ûl + Fiil) şeklindeki umûmî cümle yapımız, Türk nahvinin üssülesâsı olan bu kâidenin ifâdesidir.

Yine umûmî kâide olarak, Türkcede devrik yapı, aceleyle kurulan derme-çatma cümleler hâricinde, hissiyâtın ifâde edildiği emir sîgalı söyleyişler ile şiirlerde kullanılır.

Hâlbuki kâideli Türkce cümle, tefekkür cümlesidir; sükûnetle, dikkatle düşünülerek kurulan, bizi düşünmeden konuşmamıya zorlayan cümledir. Bu bakımdan, hâssaten ciddî bir mevzûun işlendiği, bir fikrin îzâh veyâ müdâfaa edildiği bir metinde, devrik cümle pek abesdir.

Dilimizin, bizi, ancak dikkatle, soğukkanlılıkla, düşünüp taşınarak cümle kurmıya zorlaması bir nakîse mi, yoksa bir avantaj mıdır?

- Çetinoğlu: Teşekkür ederim.

- Yesevîzâde: Bir asırdır Milletimizi ifsâd eden Uydurma Resmî Dil hakkında derinlemesine araştırmalarımın mahsûlü olan bâzı tesbîtlerimi tekrâr ifâde ve Târihî Türkcemizi müdâfaa fırsatı verdiğiniz için asıl ben size çok müteşekkirim.

1_039687abe4ea9c4b44a9519fe53b2dbc.jpg

Türkcede yeni ıstılâh türetme yollarını gösteren, yanlış türetmeleri ve Uydurma Resmî Dilin ideolojik içyüzünü teşhîr ederek Târihî Türkcemizi müdâfaa eden kitabımızın ön ve arka kapakları (Ankara: Kurtuba Yl., Mart 2013, büyk boy, 571 s.)

BİTTİ