Uydurma resmî dil hakkında Oğuz Çetinoğlu'na mülâkat (4)
“Küresel” kelimesinde
dikkat edilmesi gereken bir başka husûs var: Kelime, Fransızcadaki “global” mukâbili kullanılıyor… “Global”, “globe” kelimesinin (Uydurmacıların ithâl ettiği) “-Al” türetmeliğiyle teşkîl edilmiş sıfat
hâli… “Globe” da, Latince –top, küre
mânâsındaki- “globus”den geliyor. “Le globe terrestre”, Kürre-i Arz veyâ
Yer Küresi demek… Mutlak olarak sâdece “globe” şeklinde kullanıldığı zamân da
aynı mânâ kasdediliyor. Yânî “globe”,
Arz, Dünyâ, Yeryüzü demek… Bu mânâsıyle “global” de, Arza, Dünyâya âid
demekdir.
İşte “küresel”,
“küreselleşme” gibi tâbirleri, Uydurmacılar, “global”in bu ikinci mânâsında kullanıyorlar… Hâlbuki Türkcede
“küre” kelimesi, tek başına, hiçbir zamân “dünyâ” karşılığı kullanılmamıştır;
onun böyle bir mânâsı yoktur; kelimeye ancak bir devrimbâz hokkabâzlığıyle
“bütün dünyâyle alâkalı” mânâsı kazandırılıyor.
Öyleyse “global, mondial”, “globalisation, mondialisation” gibi tâbirler karşılığında ne
denebilir?
Biz, eskiden beri, “global” veyâ “mondial” karşılığında “dünyâ çapında” diyoruz. Meselâ “les forces globales”i, “dünyâ çapında
kuvvetler”, “une économie globale”i,
“dünyâ çapında bir iktisâd” veyâ “dünyâya şâmil bir iktisâd” şeklinde tercüme
edebiliriz. Belki “dünyâyı kuşatan” da denebilir…
“Globalisation” veyâ “mondialisation”
ise, “yekpâreleşme” tâbiriyle ifâde edilebilir. Misâl: “La globalisation des problèmes environnementaux”: “çevreyle alâkalı
mes’elelerin yekpâreleşmesi”…
Bunlar beğenilmezse, “global”
ve “globalleşme” kelimeleri kullanılabilir! Ama kat’iyen “küresel, küresellik,
küreselleşme” değil!
- Çetinoğlu: ‘Giriş yaptı’, ‘çıkış yaptı’, ‘bekleme yaptı’, ‘gecikme
yaptı’, ‘tavan yaptı’ salgını önlenebilir mi? Nasıl?
- Yesevîzâde: “Giriş yaptı, çıkış yaptı, bekleme yaptı, gecikme
yaptı” gibi söyleyişler, Frenk şîvesine uyuyor; bunlar, bizim zâviyemizden
şîvesizlikdir. Dikkat edilirse, meselâ “rötar yaptı” yerine “gecikme yaptı
deniyor”… Düzgün ifâde, meselâ “tren gecikdi”, “tren gecikmeli geliyor”
şeklinde olabilir. “Tavan yapmak” yerine de, “tavan değere çıkmak”, “tavana
vurmak” denilebilir…
- Çetinoğlu: Önlenemez ise; ‘hiddet yaptı’, ‘sabır yaptı’, ‘okuma
yaptı’, ‘kavga yaptı’ ucubeleri gelebilir mi?
- Yesevîzâde: Devrumbâz Uydurmacıların Türkceye hürmetleri olmadığı
için onlardan her çeşid lisânî ucûbe beklenebilir!
- Çetinoğlu: Hikâye okumayı mı tercih edersiniz, öykü okumayı mı?
- Yesevîzâde: İşte size bir ucûbe daha: “öykü”! Biz küçükken, (Muş’un
Bulanık kazâsında) “ağzını öykünmek” derdik. Bu, birinin konuşma tarzını tahrîf
ederek taklîd etmek demekdir. Bu bakımdan, ben, Fransızcadaki “onomatopée”yi “öykünme kelime” tâbiriyle
karşıladım. Dilimizde böyle pek çok öykünme kelime mevcûddur: “Patırtı,
gürültü, şakırtı, şapırdatmak, gümbürdemek” gibi…
Üstelik, “hikâye” ne
güzel bir kelimedir! Telâffuzu güzel, târihî derinliği var, farklı mânâlar
kazanmış, onunla tâbirler yapılmış… Bizi biz yapan kelimelerden biri! “Hikâye
etmek”… “Hikâyeci”, “hikâyecilik”, “hikâye birleşik zamânı”… “Bir sürü şey
anlatıp durdun! Hepsi hikâye!” “Bu vergi hikâyesi de artık can sıkıyor!”
- Çetinoğlu: Türk Dili Kurumu Başkanı olsanız, çeşitli sebeplerle
müdâhil olamadığınız, seyircisi olmaktan üzüntü uyduğunuz durumlarla
karşılaşsanız ne yapardınız? (İstifa mı ederdiniz, yanlıştan dönülmesi için
ısrar ederek görevden alınmayı mı beklerdiniz?)
- Yesevîzâde: Esâs dâvâsı, Türkcenin yerine sun’î bir dil ikâme etmek
olan ve bu emelinde de muvaffak olan Dil Kurumu gibi bir müessesenin başında
bulunmayı aslâ arzû etmem! Bilakis, temennîm, onun feshedilip yerine bir Türk
Dili Akademisi kurulmasıdır!
Uydurmacılara göre:
“Türkcenin cümle yapısı, insan kafasının normal işleyişine uygun değildir”
- Çetinoğlu: İlk sorumuza cevâb verirken: “Kelimeler yetmemiş, cümle
yapısı üzerinde dahi ameliyât yapılarak, nesir dilinde, Frenk lisânlarındaki
cümlelere benziyen ‘devrik cümleler’e yaygınlık kazandırılmıştır.” dediniz. Bu
tesbîtinizi biraz daha açar mısınız? Bunun altında yatan mantık nedir?
- Yesevîzâde: Efendim, hakîkaten, “topyekûn Garblileşme” şiârına
uygun olarak, dilde de mümkün mertebe “Garblileşmek”, dîğer tâbirle
“Frenkleşmek” istenmiştir. Bu şiâr muvâcehesinde Türkcenin kelime yapısının ve
kelime hazînesinin Fransızcalaştırılması kâfî görülmemiş, daha ileri gidilerek,
Türkcenin Fransızcanınkine uymıyan cümle yapısı dahi ona benzetilmiye
çalışılmıştır. (Hep “Fransızca”dan bahsediyoruz; çünki o zaman Uydurmacıların
model aldığı dil, Fransızca idi…) Yazı dilinde giderek yaygınlaştırılan devrik
cümle kullanılışı bu sakîm zihniyetin netîcesidir. Bu fikir, insan aklının
normal işleyişinin, Türkcedeki gibi değil, Fransızcadaki gibi bir cümle
kuruluşu gerektirdiği iddiâsıyle müdâfaa edilmiştir. Yâni (Fâil + Mef’ûl +
Fiil) dizilişi yerine, (Fâil + Fiil + Mef’ûl) dizilişi…
Bu husûsun, ilk Dil
Kurultayı’nda, en başta, -“Öztürkçe”nin de mûcidi olan- Fuad Köserâif
tarafından müdâfaa edildiğini görüyoruz. Bu meyânda, bu Kurultaydan başlıyarak,
uzun seneler zarfında ve ısrârla, Türkcenin bir Hind-Avrupa dili olduğu, zâten
Türklerin de bir Hind-Avrupa kavmi olduğu müddeâsının işlendiği müşâhede edilmektedir.
Hem de –aynen “Güneş-Dil Teorisi” gibi- resmî bir müddeâ olarak…
Birinci Kurultay’da
Fransızca nahvinin (cümle yapısının) benimsenmesini taleb eden dîğer bir isim
de, Edirne Meb’ûsu Mehmet Şeref Bey’dir. İlmî teblîğlerin sunulduğu bir
toplantı değil, hamasî nutukların atıldığı bir parti kongresi mâhiyetinde cereyân
eden bu Kurultay’da, Şeref Bey, umûmî havaya uygun heyecânlı nutkunda, Türk
dilinin “katran kuyusu”na benzettiği “Arap dili ve inancı”ndan, ayrıca “derin
karanlıklara dalmış örümcekli kafalar”ın elinden kurtarılması lâzım geldiğini
haykırmakta ve şu resmî hedefi îlân etmektedir:
“Türk kafası da, Türk
dili de Batılaşacak [“Batılılaşacak”], geçmişin yürütmeyen her durdurucu engeli
sökülüp atılacaktır!” (Kaynağı, Türkçenin
Istılâh Mes’elesi kitabımızda, Mart 2013, ss. 432-433)
1935 senesinde, bu sefer
de Örs kardeşler (Sedad ve Vedad Örs), Revue
Internationale de l’Enseignement mecmûasında pek geniş olarak aynı fikri
işlediler. Örs kardeşler, Fransızcadaki “qui”
ve “que” nisbet zamirlerini “ki o=ko” ve “ki onu=konu” uydurmalarıyle karşılıyarak tamâmen Fransızcaya
benzer cümleler teşkîlini istemekteydiler. Meselâ:
“Je vois l’enfant qui dort ¦
Görüyorum çocuğu ko uyuyor”. Veyâ: “Les
oiseaux que j’ai achetés hier sont échappés de la cage ¦
Kuşlar, konları almıştım dün, kaçtılar kafesten”.
Onlar, ayrıca, tıpkı
Fransızcadaki gibi:
“Avant que je ne sois sorti dans la rue ¦
Evvel ki çıkmadan sokağa” veyâ:
“Après que je me suis rasé ¦
Sonra ki traş oldum” şeklinde söyleyişleri de Türkceye hâkim kılmak
fikrindeydiler.
Örs kardeşlerin resmî
tasvîbe de mazhar olan bu fikirleri, o sene, hayâtının ilk devresine zıdd
olarak sonradan “Yoztürkçe”nin baş propagandacısı sıfatını kazanacak olan
Nurullah Ataç tarafından da, harâretle alkışlanacaktır:
“İki Türk, Sedad Örs ile
Vedad Örs (Zeki): ‘Türkçenin nahvi yalnız Batı dillerininkine değil, insan
kafasının normal işleyişine de uygun değildir’ diyebiliyor… Elbette ki her
nahiv bir milletin normal düşünüşünün aynası, tâ kendisidir. Fakat bugün, Örs
kardeşlerin o sözüne yanlıştır, haksızdır diyebilir miyiz? Hayır, çünkü onlara
bunu söyleten sıkıntıyı hepimiz duyuyoruz; Fransızcanın, İngilizcenin,
Almancanın nahivlerini düşünüşümüze daha uygun buluyoruz; demek bizim nahvimiz
düşünüşümüzün aynası olmaktan çıktı. İster istemez değişecektir.”
Rahmetli Prof. Dr. Osman
Turan, bu hezeyânları okuyor, içi içini yiyor, fakat İstibdâdın o en koyu devresinde
sesini çıkaramıyordu. Sene 1939 olup prangalar biraz gevşeyince daha fazla
dayanamıyacak ve Saadeddin
Arel ile İsmail Hami Danişmend tarafından neşredilen Milliyetçi Kültür Mecmuası Türlük’ün 1 Temmuz 1939 târihli 4. sayısında,
20 sayfalık uzun bir makâleyle, onların sûiniyet mahsûlü iddiâlarını cerhedecekdir. Mâmâfih, onun lisâniyâta dayalı ve
aklıselîme uygun o makâlesi, yine de bu bâtıl cereyâna mâni olamamıştır. Çünki
zâten sûiniyet mahsûlü olan bu cereyânın hakîkat endîşesi yoktur; ayrıca o, bir
resmî projedir...
Vedad Örs, 1942’de
Dördüncü Dil Kurultayı’na sunduğu teblîğde şöyle demekteydi:
[Hiç olmazsa,] “fiili cümlenin sonundan biraz ortasına
doğru getirmeye çalışsak ne olur? ‘Durmuş Yaşar’ı dövüyor’ diyeceğimiz yerde ‘Durmuş dövüyor Yaşar’ı’ demeye gayret etsek olmaz mı?”
Bugün Fuad
Köseraif’lerin, Şeref Beylerin, Örs Kardeşlerin, Dil Kurumu’nun en azından
asgarî programının tahakkuk etmiş olduğu esefle görülmektedir. Günümüzde öyle
aklıevvel yazar müsveddeleri vardır ki bütün bir kitablarını neredeyse baştan
sona devrik cümlelerle kaleme almayı mârifet bilmektedirler!
- Çetinoğlu: Türkçe cümle yapısındaki ana kaide nedir? Cümlemizin bu
yapısı bir nakîse midir?
- Yesevîzâde: Türkçenin Istılâh
Mes’elesi ve “Öztürkçe” Dayatmasıyle Fransızcalaştırılan Resmî Dil ünvânlı
kitabımıda tafsîlâtıyle îzâh ettiğim gibi, Türkçede merâmın ifâdesinde esâs olan, tâlî olanın
aslî olandan veyâ belirtenin belirtilenden evvel gelmesidir. Grammaire de la langue turque; théorique et
pratique kitabının müellifi Alfred Mörer’in ifâdesiyle:
“Türkçe cümlede, tâlî unsur, esâs unsura tekaddüm eder
(la construction de la phrase turque est
basée sur ce principe fondamental que l’accessoire doit toujours précéder le
principal)”. (İstanbul: Ümit
Basımevi, 1967, p. 194.)
(Fâil + Mef’ûl + Fiil) şeklindeki umûmî cümle yapımız,
Türk nahvinin üssülesâsı olan bu kâidenin ifâdesidir.
Yine umûmî kâide olarak,
Türkcede devrik yapı, aceleyle kurulan derme-çatma cümleler hâricinde,
hissiyâtın ifâde edildiği emir sîgalı söyleyişler ile şiirlerde kullanılır.
Hâlbuki kâideli Türkce cümle,
tefekkür cümlesidir; sükûnetle, dikkatle düşünülerek kurulan, bizi düşünmeden
konuşmamıya zorlayan cümledir. Bu bakımdan, hâssaten ciddî bir mevzûun
işlendiği, bir fikrin îzâh veyâ müdâfaa edildiği bir metinde, devrik cümle pek
abesdir.
Dilimizin, bizi, ancak dikkatle, soğukkanlılıkla,
düşünüp taşınarak cümle kurmıya zorlaması bir nakîse mi, yoksa bir avantaj
mıdır?
- Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
- Yesevîzâde: Bir asırdır Milletimizi ifsâd eden Uydurma Resmî Dil hakkında derinlemesine araştırmalarımın mahsûlü olan bâzı tesbîtlerimi tekrâr ifâde ve Târihî Türkcemizi müdâfaa fırsatı verdiğiniz için asıl ben size çok müteşekkirim.
Türkcede
yeni ıstılâh türetme yollarını gösteren, yanlış türetmeleri ve Uydurma Resmî
Dilin ideolojik içyüzünü teşhîr ederek Târihî Türkcemizi müdâfaa eden
kitabımızın ön ve arka kapakları (Ankara: Kurtuba Yl., Mart 2013, büyk boy, 571
s.)
BİTTİ