Uydum kalabalığa
Kuşkusuz insan sosyal bir varlıktır… İnsanın sosyal sınavı zorlu bir süreçtir… İnsan, insan cinsi ile sınanır… İçinde bulunduğu toplumla sınanır… Haliyle insan insanın imtihanıdır…
Müminlerin, içinde bulundukları sosyal çevre ile sınavı gün geçtikçe önem kazanıyor. İdeallerinden vaz geçen, iddialarını geri çeken, iradeleri çöken nice Müslüman, herkesin yaptıklarını yapmakla yetinmeye başladılar.
Herkes yapıyor diye yapmaya başladığımız şeyler bizi toplumsal illüzyonun şuursuz bir parçası haline getiriyor.
Toplumsal büyü, sosyal sihir cezbediyor. Bu, toplumsal vakumun bir tür insanı massetme halidir.
Bu çekim gücüne kapılma riski gittikçe artıyor, tam aksine karşı koyma direnci de zayıflıyor…
Herkes böyle davranıyorsa herhalde doğrusu budur demeye başlıyoruz… Savunma sistemimiz çöküyor, kitlesel akışa kendimizi terk ediyoruz. Sanki biraz da böylesi işimize geliyor, rahatlıyoruz…
Bu kolaycılığa sığınma halleri, bizi bize yabancılaştırıyor, kendimizden uzaklaştırıyor…
Hakkın neresine düştüğümüzü unutuyor, ‘herkes’ le uyum ve uzlaşı peşindeyiz…
Bazen de farkında olmadan çoğunluk kaynaklı, örtülü dayatmalara, baskılara boyun eğerek figüranlaşıyoruz… Artık oyun kuran biz değil, oyunun parçasıyız.
Toplumsal değişimin öznesi olması gerekenler, dönüşümün nesnesi olmaya razı oluyorlar…
Adeta ‘herkes’ kaçınılmaz sığınağımız, biricik referansımız, şaşmaz adresimiz oluveriyor… Nerdeyse edille-i şeriyye’ye bir de ‘herkes’ eklendi…
Yanlışlar ‘çoğunluk’ üzerinden normalleşiyor, günahlar mübahlaşıyor, haksızlıklar kanıksanıyor…
Meşruiyetin mercisi artık herkes… ‘Herkes’ in yapıyor olmasında hikmet aranıyor, marifet sanılıyor… Her şeye ‘herkes’ yapıyor diye razı oluyoruz. Hakkın rızasını, çizgisini ıskalıyoruz. Sonuçta itiraz melekemiz işlemiyor, muhalefet bilincimiz köreliyor… Tefekkür ve tenkit kısırlığına yakalanınca sürü psikolojisi nüksediyor…
Bir kısır döngü, bir yaman yanılgı, bir amansız kapan kapımızda…
Alışkanlıklarımızı, arzularımızı, açılımlarımızı, tepkilerimizi, tekliflerimizi, teşebbüslerimizi belirleyen kim? Çoğu zaman kalabalıklar… Sonrası uydum kalabalığa… Kalabalıkların popülaritesi kitleleri baştan çıkarıyor…
Toplumsal kurallar bir din gibi algılanmaya başlıyor; yargılanmaz, sorgulanmaz bir hal alıyor… Bu kurallar çoğu zaman yaşamı şekillendiren, insanı yönlendiren tartışmasız doğrular olarak algılanıyor…
Vicdan onaylamasa da, gelsin reel-politik, maslahat, kamu yararı, rasyonel olmak, vesaireler…
Herkes yapıyor diye meşru, gayri meşru ne varsa zamanla kabul görüyor… Olgunun derinleşmesine dönüşüyor…
‘Toplumsal yaşamın kuralları’ diye yeni kıstaslar pazarlanıyor. Bunların İslamiliği insaniliği, ahlakiliği sorgulanmıyor… Herkesin baskısı artıyor, Hakkın sesi kısılıyor…
Unutmayalım ki, toplumun kuralı, Allah’ın kanunu değildir… Toplumla barışık olalım ama Allah’a uzak düşmeden, Rabbimizi gücendirmeden… Toplumla iç içe ama Allah için olmak şartıyla…
Hakkın hatırı âlidir…
Yaratılanı razı etmek için, Yaratıcıyı üzecek değiliz…
‘Herkes’ dediklerimiz Hakkı ne kadar temsil ediyor?
Sorgulamak zorundayız.
Dışlanma kaygısı, kınanma korkusu, marjinal kalma kuşkusu bizi belirsizliğe itmemeli…
Herkesi Hakk’ın sesine ve esasına çağırmak durumundayız…
Sapkınlığın bir sebebi de çoğunluğa yaslanmaktır… (6/116)