Uyan ey Millet-i Merhûme: Anayasa Mahkemesi darbe yaptı
Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak.../ Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.…/ Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!…/ Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma;/ Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!…/ Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;/ Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır./ Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar.../ Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.…/ 'İş bitti... Sebâtın sonu yoktur! ' deme, yılma./ Ey millet-i merhûme, sakın ye'se kapılma. (M.Akif Ersoy).
Anayasa Mahkemesi toplumuzdaki aile yapısına darbe yapan E.2022/155 sayılı karar verdi. Kararın kendisinden daha önemlisi “GEREKÇESİ”. Zira, gerekçede binlerce yıllık toplumsal yapımızı, aile yapımızı, aile içindeki rolleri ayaklar altına aldı. Bu gerekçe, milli ve manevi değerlerimizin özü, çekirdeği, ruhu, hayat alanı, doğumunun kaynağı olan aile yapımıza çok ağır bir darbe yaptı. Toplumumuzun aile yapısının yerine, önerdiği model ise; dünyada artık terk edilme trendine girmekte olan “toplumsal cinsiyet eşitliği” safsatasını yerleştirdi. Bu safsatayı Anayasal kuralmış gibi yorumlayıp, bunun gerektirdiği her türlü tedbiri almayı da yasama, yürütme ve yargı organlarına görev olarak yükledi. Bunu yaparken de Anayasa Mahkemesinin eski içtihatlarını ve Uluslararası metinleri de gözardı ederek, milli ve manevi değerlerimizin tahribinin anayasal zeminini gerekçesine ekledi.
Son yirmi yıl içinde atanmış bulunan hakimlerin verdiği bu KARARIN GEREKÇESİ aile yapısının çöküşünü hızlandıracaktır. Bu üyeleri bu görevlere atayanlar da üyeler kadar tarih önünde sorumludur. Bir grup hakimimiz bu kararın tehlikesini görüp muhalif oy verse de, Başkan dahil üyelerin çoğunluğu BU GEREKÇEDE bir karar vermekten geri durmamıştır. Zira, son 20 yılda milli eğitim bakanlığı tarafından bile çocuklarımıza öğretilen “toplumsal cinsiyet eşitliği” safsatası adeta hükumet programı hatta “hükumetin kırmızı çizgisi” olmuştur. Bu safsatayı muhalefet şerhinde dile getiren sayın üyeler milli ve manevi değerleri ve binlerce yıllık toplumsal kültürü ifade etmiştir.
Karar ne diyor: Kadın evlenmeden önceki soyadını da tek başına kullanabilir. Bunun için kadının tek taraflı talebi gerekli ve yeterlidir.
Kararın en tehlikeli kısmı şurası: Kadın ile erkek mutlak olarak eşittir. Kanun önünde eşitlik ilkesi kadın erkek eşitliğinde geçerli değildir. Buradaki eşitlik mutlak eşitliktir. Devletin tüm organları ve idare makamlarının bu mutlak eşitliği sağlama görevi vardır. Kadının erkekle eşit haklardan yararlanmasının kanunla güvence altına alınması ve bu güvenceyi hayata geçirebilecek idari uygulamaların geliştirilmesinin gerektiği karara bağlanmıştır.
Bizce, evlilik eşit iki tarafın yaptığı bir sözleşmedir. Taraflardan biri tek taraflı olarak bu sözleşmeyi değiştiremez. Bu nedenle evlendikten sonra tek taraflı talep ile değiştirilmesi mümkün olmamalıdır. Bazı durumlarda kadının eski soyadını kullanmakta menfaati olabilir, bu durumlarda, aile ve nesep bağlarında karışıklık olmayacak şekilde, evlenmeden önce eşi ile de anlaşarak evlilik sırasında eski soyadını kullanması düşünülebilir. Boşanan veya evli kadına çocuğun soyadını değiştirip “SOY-adı” olmaktan çıkartmanın Türk aile yapısını tahrip olduğunu da gözardı etmeyelim. Ancak, soyadı, soyun karışmamasının teminatıdır ve toplumumuzdaki her milletten insanın kültüründe çok önemli bir değerdir. Bu husus toplumsal kültürümüzü diğer milletlerden ayıran temel parametrelerden biridir.
Soyadı kısmı kararın konusu olmakla birlikte GEREKÇE dava konusunu aşacak şekilde yazılmış, milli ve manevi değerlerimize, insan fıtratına, uluslararası hukuka, Mahkemenin eski içtihatlarına (AYM, E.2009/85, K.2011/49, 21/10/2011) ve “Kanun Önünde Eşitlik” ilkesine aykırı (AYM, E.2020/95, K.2022/3, 26/1/2022, § 25) bir içerikte yazılmıştır (AYM, E.2009/85, K.2011/49, 21/10/2011). Zira, Mahkeme başka bir içtihadında; “Milletlerin ayırıcı vasıflarının, değer yargılarının, inanç ve düşünce kalıplarının aktarılması ve kuşaklar arası bağın sürdürülmesini sağlayan aile, üstlendiği rol ve işlevleri ile geçmişten günümüze hemen her toplumun özelliklerini yansıtmaktadır. Bu bakımdan ailenin toplumdaki etkinliği ve algılanışı da toplumdan topluma değişmektedir. Toplumun temel ögesi olan aile, sevgi, saygı, hoşgörü ve benzeri insani ve ahlaki değerlerin, gelenek, görenek, dil, din ve diğer özelliklerin yaşandığı ve gelecek nesillere aktarıldığı kutsal bir kurumdur.” (AYM, E.2009/85, K.2011/49, 21/10/2011). Mahkemenin bu içtihadını terk ederek, “toplumsal cinsiyet eşitliğini” Anayasal bir kuralmış gibi pompalaması kendi kendisi ile de çelişmesidir.
“AİHM de soyadı kullanımı ile ilgili başvuruları, AİHS
8. maddesinde yer alan 'özel hayatın ve
aile hayatının korunması' ilkesi kapsamında incelemiş ve kararlarında, nüfusun eksiksiz ve doğru olarak
kaydedilmesi, aile adlarının istikrarına verilen önem, kişisel kimlik saptaması
veya belli bir ismi taşıyanların belli bir aile ile bağlantılarının
kurulabilmesi gibi kamu yararının gerekleri uyarınca, soyadı değiştirme imkânına
yasal sınırlamalar getirilebileceği; ulusal
yasa koyucunun bu sınırlamaları da kendi devletiyle ilgili tarihi ve siyasal
yapısına bağlı kalarak seçmesinde takdir hakkının bulunduğunu belirtmiştir.” (AYM, E.2009/85,
K.2011/49, 21/10/2011). Buna rağmen AYM,
AİHM’den de ileri giderek küreselcilerin getirdiği “toplumsal cinsiyet
eşitliği” fitnesinde “önde giden”
olmayı tercih etmiştir (Türkçemizde bu duruma tam uyan “mayın eşeği oldu” deyimini kullanmıyoruz). AYM,
referandum bile gerektirecek kadar çok stratejik bir konuda karar almakla
Anayasal görevini fonksiyon gasbı niteliğinde ihlal etmiştir, “bu konuda, toplumdan gelecek taleplere göre yasama organınca karar verilmelidir.
Toplumsal taleplerin yargı kararlarıyla yönlendirilmesi doğru değildir.
Toplumsal talepler, toplumun gelişmesi ve değişmesi doğrultusunda doğal ortamı
içinde ortaya çıkmalıdır” (AYM, Gerekçe).
Anayasanın “Aile, Türk
toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” ibaresinin
toplumdaki karşılığını yorumla değiştirmek AYM'nin değil, referandum ile halka
aittir. Zira, verilecek hiçbir karar “…Türk toplumunun…” yapısına aykırı
olamayacağı maddeden anlaşıldığı için AYM “…Türk toplumunun…” yapısına aykırı
karar vermekle görev sınırını aşmış, fonksiyon gasbı yapmıştır. Buna da yargısal darbe diyoruz. AYM Yargı
darbesi yapmıştır.
2010 yılında
yapılan Anayasayla getirilen pozitif ayrımcılığın şeklinin yapısal sorunları
tetiklediği tartışmaları bir tarafa; “Aile… eşler
arasında eşitliğe dayanır.” konusunun da toplumsal yapıdaki
karşılığına gerekçeden bakalım: “İnsan
olarak kadın ve erkek “eşdeğer” olsa
da cinsiyetin yol açtığı farklılıklar açısından aynı olduklarını iddia etmek
mümkün değildir. Bu konuda modern dünyanın öne çıkardığı ana unsur “eşitlik”tir. Türk kültüründe ise bunun karşılığı “eşdeğerlilik” ve “tamamlayıcılık”tır…
Kadın-erkek arasında yaratılış gerçekliği olarak yapısal eşitsizlik vardır. Kadın/erkek eşitliği, modern hurafelerden
birisidir ve ailede de toplumda da huzuru, adaleti ve mutluluğu sağlayabilecek
bir özelliğe sahip değildir… Kadın ve erkek
arasında, “eşdeğerlilik ve
tamamlayıcılık” vardır; birbirlerine karşı bir takım üstünlüklere
sahiptirler. Eşitlikte iki şey bir
bütünün iki yarısıdır, aynı özelliklere sahiptir. Ve birisi diğerinin yerine
konulabilir. LGBT de bundan çıkıyor işte... Bir insan, kendisi açısından ne
kadar kıymetli ve önemli olursa olsun onun esas değerini, ne kadar anlamlı
olduğunu, farklılığı ve bu doğrultuda çevresiyle
etkileşimi, ilişkisi, kendisine duyulan ihtiyaç ve onun dışındakilerin ona olan
ilgisi belirler. “Kadın mı daha
önemlidir, yoksa erkek mi?” Ya da “kadın mı daha üstündür, yoksa erkek mi?”
soruları anlamsız, sanal ve yapaydır. Kadın
ve erkek, toplumdaki rolleri itibarıyla eşdeğerdir, birlikte bir bütün olurlar.
Yeni dönemde ailenin önemini anlayan, “kırmızı çizgisi” aileyi yıkmak değil,
tamir etmek ve geliştirmek olan toplumsal değerlerine ve kültürüne bağlı
kişilerin görevde olmasını bu darbeyi önlemesini dileriz.