Utanç günleri…
Hatırlayınca hayali cihan değen anlarımız olduğu gibi hatırlamak istemediğimiz, hatırladıkça hâlâ terlediğimiz anlarımız da olmuştur. 28 Şubat gibi…
Yorgun bir günün ardından akşam yemeğini yemiş, haberleri izlemek için televizyonun karşısına geçmiştim. Bütün televizyon kanallarından inananlar üzerine bombardıman yağmuru devam ediyordu. Ülke, “Şeriat geliyor” suni gündemiyle meşgul ediliyor, toplum mühendisleri aralıksız yeni yeni oyunlarla kumpaslar kuruyordu. Üniversite kapılarında kurulan ikna odalarından gözü yaşlı kızlarımız çıkıyor, polis zoruyla üniversitenin dışına atılıyordu. Okul birincisi olmuş kızlarımız törenlere alınmıyor, konuşma yaptırılmıyor, diplomaları verilmiyordu. Sahtekârlar üzerinden Müslümanlara saldırılıyor, linç ediliyordu. Sözde gazeteci, özde postal yalayıcı zevatta bunları ekranlarına taşıyor, inancından ötürü kapanan kızlarımıza hakaret üstüne hakaret ediyor, yalakalıkta sınır tanımıyordu. Göğsüme koca bir dağ oturmuştu.
Kapı çaldı. Büyük oğlum kapıyı açmak için odadan çıktı ve kapıya koştu. Gündemin ağırlığına günün yorgunluğu da eklenince yaslandığım yerden kalkmaya mecalim kalmamıştı. Kulağım kapıdan gelecek sese odaklanmıştı. Oğlumun “Ayşegül abla” sesi merakımı giderdi. Gelen yeğenimdi. Zeytinburnu İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencisiydi. Başarılı, becerikli ve sosyal bir kızdı. Hayalleri vardı gelecek adına. Hayalleri vardı ülkesi ve kendi adına. Hayalleri vardı onu heyecanlandıran. Hayalleri vardı.
Salona geldi ve yanıma oturdu. “Hoş geldin kızım” diyerek yaslandığım yerden doğruldum. “Teşekkür ederim amca” diyerek yanıma oturdu. Neşeli ve gülecen olan yeğenim bu akşam çok durgundu. Yorgunluğumdan olsa gerek önceleri fazla dikkatimi çekmedi. Biraz sohbet ettikten sonra okuldan, derslerinden, üniversite hazırlıktan falan sorunca biraz daha durgunlaştı. “Hayırdır kızım, neyin var? Pek bir durgunsun” dedim. Televizyonda haberler devam ediyordu. Sunucu Milli Güvenlik Kurulu’nun “Cumhuriyet ve rejim aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği” saçmalığını aktarıyor, “Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği” sözlerini köpürte köpürte dillendiriyordu. TSK’dan “irtica” suçlamasıyla YAŞ kararları sonucu personel atılıyor, üniversitelere ve kurumlara başörtülüler alınmıyor, binlerce öğretmen fişleniyor, ekonomi anlamında da tarihi çöküş devam ediyordu.
Gözlerini
televizyondan alıp kütüphanedeki kitaplara dikti ve kısa bir süre sessizlik
oldu. “Amca. Sana bir şey soracağım” dedi. “Buyur kızım. Sor” dedim. “Okulda Milli Güvenlik Dersi
Hocası Yüzbaşı ‘başınızı açmazsanız sizi sınıfta bırakırım’ dedi. Ne yapacağım”
göz göze gelmiştik. Gözlerindeki hüznü görmüştüm. Umutsuzluğun,
çaresizliğin, kızgınlığın ve kırgınlığın getirdiği hüzün. Bir anda dondum
kaldım. Peygamber ocağından gelen bir yüzbaşı peygamberin getirdiği ilahi bir
emri kızlarımıza yasaklıyor. Bu ne çelişkidir acaba. Sınıf geçmeyi öğrencinin derslerindeki
başarıya değil de inancından dolayı başındaki örtüye bağlayan bir öğretmen. Özgürlüğü
ve demokrasiyi kendi sultalarına bağlayan, kendi karanlık dünyalarında aydınlık
gelecek neslimizi boğmaya çalışan zihniyet. “Kızım, bu soruyu niçin
babana sormuyorsun. Hem o bizden daha bilgili ve daha tecrübeli” deyince,
“Sordum amca. O da sana gönderdi” diyerek omuzlarıma dünyanın
kaldıramayacağı yükü yükledi yeğenim. Hayallerinin peşinden koşarken yakalamıştı
onu 28 Şubat. Binlerce kızımız gibi o da darbeci zihniyetin kurbanı olmuştu.
Sırf başını örttüğü için dışlandı ve İmam Hatip Lisesinde okuduğu için
üniversite kapıları yüzüne kapandı.
Zaman ne
çabuk geçti yeğenim. Bin yıl sürecek dedikleri karanlık günler on yıl bile
sürmedi, çok geride kaldı. O utanç günlerinden özgürlük günlerine. Şimdi bütün
kapılar herkese sonuna kadar açık artık. İnsanlar kılık kıyafetiyle değil
başarılarıyla değerlendiriliyor. Senin çektiğin sıkıntılar çocuklarına güzel
bir ülke olarak geri döndü yeğenim.
Çocuklarına
o günleri çok iyi anlatmalısın.
Anlatmalısın
ki tarihlerini bilmeliler.
Bilmeliler
ki bu ülkenin ve bu milletin düşmanlarını tanımalılar.
Tanımalılar
ki o utanç verici günleri onlar da yaşamamalılar.