Ustalar ve ameleler!
İlk günden beri söylüyorum. Türkiye'de sivil siyaseti yargı cenderesine alarak düşürme oyunu iç merkezli değil dış merkezli bir operasyondur. Sadece içerideki figüranlar kendilerine biçilen "Tetikçi" rolüne gereğinden fazla anlam yüklüyor.
Oslo ile başlamıştır süreç. "Kürdünle barışıp da Ortadoğu enerjisini aktarmanın kaymağını yiyemezsin kardeşim!" diyorlar.
Bunun için kimi zaman Gezi tipi vandalist sokak eylemleri ile Hükümete saldırıyorlar, kimi zaman da daha sofistike, "Yolsuzluk" kılıfı altına gizlenen operasyonlarla.
***
Bugün birileri sürekli şunu tekrarlıyor: "Bizim tek derdimiz yolsuzluk yapılması", "Yargıdaki emniyetteki hiç kimseyi tanımıyoruz, bizimle ilgileri yok", "Ülkenin kaynakları heba olmasın istiyoruz!"
Ben de hep aynı soruyu soruyorum.
"Dershane tartışmaları açılmasaydı bugünkü 'yolsuzluk' operasyonları için düğmeye basılır mıydı?"
Bu kadar basit!
Efendim "14 ay önce başlamış soruşturma" diye martaval okumasın kimse. Aylar hatta yıllar önce açılan kimbilir kaç tane soruşturma dosyası vardı. Hangisinin akıbetini öğrenebildik?
İstanbul Başsavcısı Çolakkadı, korsan bildiri dağıtan savcıları eleştirirken, kendisinin dahi haberinin olmadığı farklı kod isimlerle açılan birçok dosyadan bahsetmedi mi?
Taraf Gazetesi sürmanşetinden "Daha 28 soruşturma dosyası"nın olduğunu itiraf etmedi mi?
Demekki konjonktöre göre bazı dosyalar sümen altı ediliyor, bazılarından ise haberimiz oluyor.
***
AK Parti iktidarının son 12 yıldaki en büyük iki başarısı, ekonominin düzlüğe çıkarak büyümede dünyada birçok ülkeye fark atması ve Kürt sorununun çözümü noktasında attığı cesur adımlardır.
Ekonomik büyüme ve enerji koridorunda güvenilir bir köprü olması Türkiye'nin düşmanlarını ürkütmektedir.
Dünyanın geleceği hakkında sürekli strateji üreten 'büyük ülkeler' Türkiye'nin bu gidişatından rahatsız. Bunu da açıkça hergün gazete ve dergilerinde dile getiriyorlar.
İngiliz gazetelerinde kendi hükümetlerinden ve başbakanlarından daha çok Erdoğan ve Türkiye hakkında analizler çıkıyorsa durup düşünmek gerekir.
***
Kendine güç vehmedenlerle Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Başbakanı'nın kavgası değildir yaşadıklarımız. Bazı hükümet düşmanı yazarlar eski itibarlı günlerinden uzaklar.
O yüzden kendilerinden değil de sürekli İngiliz ve Amerikalı analistlerin yorumlarını alt alta köşelerine döşeyerek Türkiye değerlendirmesi yapıyorlar.
***
Son günlerde "Yargı" çerçevesinde başlayan tartışmalar da sadece "yargı bağımsızlığı" kavramına indirgenemez!
Yargı tarafsızlığının tamamen kaybolduğunu, yargının açıktan Hükümete karşı darbeye giriştiğini görmüyorlar. Varsa yoksa "Yargı bağımsızlığı!"
Taraflı yargının, bağımsız olup olmamasının millet iradesi açısından hiç bir anlamının kalmadığını ısrarla görmek istemiyorlar.
Halbuki bu gerçekliğin toplumdaki karşılığı çok büyük. Yapılan araştırmalarda da görüldüğü gibi sokaktaki insanların çoğu 'Yolsuzluğa' inanmazken, yargısal darbenin sinsi yüzünü gördüğünü söylüyor.
***
İstanbul ve İzmir'de Hükümete karşı başlatılan 'operasyonlar'ın içeriğine, o şehirlerin başsavcıları bile ulaşamazken, bazı gazeteler çarşaf çarşaf bu içeriği yayınlıyor. Bu bile "Haberimiz yok" veya "yargı bağımsızdır" yalanını gözler önüne sermeye yetiyor.
***
Meselenin AK Parti ve Cemaat çekişmesi gibi gösterilmesi saptırmadır, çarpıtmadır. Asıl mesele, Türkiye'nin, Büyük patronların ve derin hegemon güçlerin saldırısına uğramasıdır.
İki Aralık tarihinde CHP lideri Kılıçdaroğlu, acilen daha önce vazgeçildiği söylenen ABD ziyaretine çıkarıldı. Ardından 17 Aralık saldırısı geldi. Dershane tartışmaları çıktığı günden bu yana da Cemaat tabanının, hizmet medyasınca CHP'ye montajlanmaya çalışıldığını izliyoruz.
Dolayısıyla, Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş gibi Hizmet grubunca desteklendiği bilinen isimlerin, ulusalcı ve Kemalist CHP'ye monte edilmesinin bir plan dahilinde olduğunu düşünüyor insan.
***
Özetle, derin ağababaların çok önceden planladığı cehenneme giden yolun taşlarının "Yerli amelelelere" döşettirildiğini görüyoruz.
Türkiye'nin gelecek 20 yılını da belirlemesi muhtemel kadroların, klasik darbeler yerine Başbakan'ın dediği gibi "Dost-modern" darbelerle gönderilmek istendiğini, bu Neocon cuntanın ağzının sulanmasından anlıyoruz.
Boşuna salya akıtmasınlar derim. Zira karşılarında Pavlov yok!