Üslup meselesi
Bu hafta üslup
meselesini yazmak istedim. Sözlüklerde yol, tarz, usul, eda, stil anlamlarını
barındıran üslup, edebiyatta; konuşmada, yazmada yazarın ifade biçimi olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Tutulan yol
olarak da üslubu tanımlayabiliriz. Bu, hangi yola girdiğinizle alakalı, hangi yolda
yürüdüğünüzle alakalı. Aslında üslubu bugün daha çok mimarî ve şehirleşme
alanında öne çıkarmak lazım. Anlamsız duvarlar, uzun uzun binalar, ucube
yapılar, köklerinden sökülen ağaçlar ve neticede tahrip edilen tabiat... Bütün
bunlar göz zevklerimizin bozulması için yeter sebeplerdir. Mimarîde Rönesans
üslubu, Barok üslubu ya da Türk üslubu terimlerini duymuşluğumuz vardır. Hatta
İslam'ın ilk yıllarında neşet etmiş kufi üslup, tarih içinde satrançlı kûfî
uslubu gibi “üslup içinde üslup doğurmuş”tur.
Şair Ahmet
Haşim, edebiyat ve edebî metinler için şöyle diyor: Üslup demek, lisânın klişe
şekillerinden kurtulmak, aynı lisân içinde ayrı bir lisân oluşturmak
demektir... Yani aynı dil içinde ayrı bir dil kullanmak...
Üsluba dair
klasik dönemlerden kalma bir söz var. Üslubu beyân aynı ile insan... İnsanın
ifade tarzı kendi kişiliğinin ölçüsüdür demekmiş bu söz... Yani bu sözden kasıt
hayat üslubu, hayat tarzı nasılsa sizin konuşma ifadeniz de öyledir. Bir duvar
ustasından felsefe tarihi hakkında konuşmasını ya da felsefeye dair
terminolojiyi kullanmasını beklemek biraz zor olsa gerek… O usta özel olarak
kendini okumaya adamışsa onu bilemeyiz. Bildiğimiz duvar ustası, sizlere taşın
kumun, harcın veya diğer inşaat işlerinden bahseder. Felsefeci ise felsefe
tarihinden, Aristo'dan Eflatun'dan bahseder.
Üslup
meselesini şimdilik edebiyat alanında tartışalım. Edebiyat denilince felsefe âlemine
de gönderme yapacağız. Almanların meşhur bir filozofu var. Aurther Schapenhour…
Hem filozof hem yazar. Bu yazar, yazarlık ve üslup alanında ayağı yere basan
sözler sarf etmiş “Okumak, yazmak ve Yaşamak” adlı kitabında şunları söylüyor: “Her
şeyden evvel iki tür yazar vardır: Sırf ele aldığı konu için yazanlar ve sadece
yazmak için yazanlar. Birinci tür kendisine, insanlarla paylaşılmaya değer
görünen düşüncelere yahut tecrübelere sahiptir, ikinci türdekiler ise paraya
ihtiyaç duyar ve dolayısıyla esasen para için yazarlar. Onlar, yazmak için
düşünürler ve düşüncelerini eğip bükerek uzattıkça uzatmalarıyla kendilerini
ele verirler. Keza yarı doğru, yarı yanlış, tuhaf, sahte, zorlama ve kararsız
olan düşüncelerini işleme tarzlarıyla da kaypaklık sevgileriyle de gösterirler.
Böylece gerçekte olmadıkları gibi görünebilirler. Bu yazarların yazılarındaki
açık ve sarih olamayışları da bundandır” Bu söze, yoruma “derdi, davası olduğu
için yazanları da eklemek daha doğru olur.
Arthur
Schopenhauer’in üslup hakkındaki şu düşüncesi de yerli yerinde: Eğer bir kişi
yazarlık iddiasında ise ya yeni bir düşünce ortaya koymalı ya da yeni bir
tecrübe söylemelidir. Yazarın-filozof’un bu görüşü bana Mevlana’nın “Dün dünde
kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Sözünü hatırlattı. Üslup,
sizi klişelerden, beylik sözlerden kurtarıyorsa üslup olur.
Geçtiğimiz
günlerde şahsi kütüphanemi karıştırırken bazı kitapların olması gerekenden daha
fazla yıprandığını, aralarında kuruyan gül yaprağı gibi küçük not kağıtlarını
da koyduğumu görünce duygulandım doğrusu. Demek ki bu kitapları çok okumuşluğum
var. Demek ki bu kitapların yazarları
üslup olarak oturmuş bir yapıları var. Bazı kitapları da birçok sayfasını
atlayarak bitirdiğimi söyleyebilirim. Bu son bitapların anlatımı demek ki beni
sarmamış.
Sözü Simurg ile
bitirelim. Bizim de edebî yolculuğumuz, yazarlık serüvenimiz Attar’ın Simurg'a
doğru yol alan kuşları gibi olsun. Gâh bu vadide düştük gâh şu vadide uçtuk.
Simurg'u bulduğumuzda üslubumuzu da bulacağımız aşikâr. Çünkü üslup sahibi
yazarlar Simurg'a varmak için dereyi, tepeyi; dağı, taşı aşan ve nihayetinde
yedi vadiye ulaşan kuşlar gibidir…