Üretici zihniyet
Genelde İslam dünyası özelde ise Türkiye çok boyutlu gailelerle uğraşıyor. Eleştirilerle “şunu niye yapamıyor” denilen ne varsa, bunun üstten (devlet katından) bir takım kararlar alınarak halledilebileceği varsayılıyor. Halbuki mesele iki boyutludur. Halk ve devlet. Bunlar birbirini destekleyen ve sürükleyen iki boyut.
Bir ülkedeki değişim iki boyutlu gerçekleşir. Birincisi, devlet katından halk düzlemine doğru gidişi esas alan yukarıdan aşağıya değişim. İkincisi de, aşağıdan kültürel olandan zihniyetten başlayarak yukarıya devlet düzeyine doğru değişim. Devleti bir kültür ve halkın oluşturduğunu, bunlardan bağımsız işlemediği; aynı zamanda devletin de halk üzerinde bir gücü olduğu gerçeğini sürekli hatırda tutmak lazımdır. Benim İslam dünyasında gözlemim, sorunların çözümünde aşağıdaki kültür ve zihniyetin değişmesi noktasında bir stratejinin hiç kurulmadan, değişim sürekli yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilmek istenmektedir.
Bugün temel sorunumuz, İslam dünyasında üretici olmayan tüketici bir zihniyetin oluşturulmasıdır. Devletler, bilerek ya da bilmeden eğitsel süreçlerde ve icraatlarında bunları beslemektedirler. Hatta tüketicilik toplumda bir kültür haline gelmeye başlamıştır. Bunun birçok yansımalarını gözlemlemek mümkündür.
Sorunun halledilebilmesi açısından ben sürekli eğitimden başlamak gerektiğini bu sebeple ifade ediyorum. Bir kere zorunlu eğitimle birlikte, gönüllü gönülsüz herkesin okula doldurulması, eğitimin düzeyini oldukça düşürmekte; iyi düzeye getirebileceğimiz öğrencileri bile ortalamanın altına itmektedir. Buraya gelen öğrenci, kalmak olmadığı için ulufeci ve bedavacı bir zihniyete alışmaktadır. Eğitim, ancak çabalayanın hak edeceği bir zihniyeti insanlara kazandırmalıdır halbuki.
Aileler ve toplum içinde oluşan kültür de, hiçbir katma değer üretmeden çocuğu ve genci tüketime teşvik etmektedir. Ailelerde çocuklar sorumluluk kazanmamakta, herkes çocuğuna daha iyi şartlar sağlamak adına onları tüketici bir zihniyetin potasında eritmektedir. Şu iki nokta bile, daha sonraki zaman diliminde devlet ve halk ilişkisinin niçin ulufeler üzerine oturduğunu açıklamaya yetmektedir.
Böylece üretici olmayan zihniyetler, halkın bütün iştigal alanlarında; söz gelimi tarımda, hayvancılıkta, eğitimde, diğer iş kollarında kendisini göstermektedir. Tam da bu noktada devletin önemli bir fonksiyonu vardır. İşte zihniyet ve kültürün üretici bir zihniyet üzerine oturması için strateji kurmak ve eğitimi yeniden inşa etmek. Defalarca söylediğim gibi, bir insan felsefesi öncelikli olarak bunun için lazımdır. Eğitimi gündelik politikaların dışında ele almak elzem.
İbn Haldun, Mukaddime’sinde toplumların bedavetten hadariyet geçişinden sonra niçin zafiyet geçirdiğni büyük oranda ulufeci bir mantık ve konformizme dayandırmaktadır. Onlar hadariyete geçince, tüketici olurlar, eşyalarını, yiyeceklerini ve giyeceklerini süslemeye başlarlar. Yani konfor onların kültürü olur. Devletin ise, böyle bir tüketici zihniyet ve kültür karşısında gelirleri yetmemeye başlar. Gelirleri yetmedikçe, üretici olmadığı için vergi ve rüsumları artırır. Bu arada gösteriş unsuru olabilecek tüketim daha da artar. Gelir-gider dengesi iyice bozulur; zihniyet dönüşümü gerçekleştirilmediği için sorunlar kökten halledilmez.
Cabiri de “Asabiyet ve Devlet” isimli kitabında arap liderlerinden bir anekdot aktarır. Krala, kendilerine müsaade edilmesi durumunda 10 yıl içerisinde çölü ıslah edip tarım yapılır hale getireceğini bahseden kişi şöyle cevap alır: “Biz o kadar bekleyemeyiz. Bugün sabah verip akşama yemek isteriz.”
Sağlıklı bir değişim için, toplumun kökten üretici bir zihniyeti evveliyetle inşa etmesi gerekiyor. Aslında diğer sorunlar, bunların farklı düzeydeki yansımaları sadece.