Ürdün Sessizce İşgal mi Ediliyor?
Genel anlamda dış politika, devletlerin temel hedef ve değerlerini rekabet içerisinde olduğu diğer devletlere karşı gerçekleştirme süreci olarak tanımlanır. Söz konusu sürecin iç ve dış çevrelerden kaynaklanan girdilerce dinamik bir etkiye sahip olur. Bu bağlamda bütün bu unsurlar göz önüne alındığında dış politikanın ne kadar karmaşık ilişkiler ağına sahip olduğu görülecektir.
Bunun nedeni devletlerin görünen adımları
görünmeyen amaçlarından doğduğu içindir. Örneğin görünürde ABD’nin Ürdün ile
yaptığı ‘’savunma anlaşması’’ görünmeyen işgal ve kargaşa amacından
doğduğunu düşünüyorum.
Peki,
Ürdün’de ne olmuştu?
Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi, 21 Mart’ta ABD ile ‘’savunma anlaşması’’ yaptığını duyurmuştu.
Ancak Ürdün milletvekili Salih el-Armuti parlamentonun onayı olmadan böyle bir
metne imza atılmasının: ‘’Ürdün
Anayasasına ve egemenliğine aykırı’’ olduğunu belirtmişti. Ürdün bu
anlaşmadan önce de edilgen bir ülke olsa da yapılan ‘’anlaşma’’ Ürdün’ü resmen teslim etmektedir.
Ürdünlülerin ‘’anlaşma’’
hakkındaki düşüncelerini anlamak için o tarihlerde birçok Ürdünlüyle görüşmüştüm.
Söylenenler özetle şöyleydi: ‘’Ürdün halkından bu anlaşmanın gizlendiğini ve
yöneticilerinden bu kadarını da beklemediklerini’’ diyerek sitem etmişlerdi. Geçmişte
diplomat olduğunu söyleyen bir Ürdünlü ise:
‘’Bu anlaşma ile ABD fiili olarak Ürdün’ü işgal etmiş olacaktır’’ demişti.
Peki, yapılan
anlaşmanın içeriği neydi?
Bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin ‘’Orta Doğu’daki’’ stratejik ortağı İsrail’dir. Ürdün’ü de Filistin
meselesinde etkileşim sağlayan bir platform olarak kullanıyordu.
Ancak imzalanan ‘’anlaşma’’ ABD’ye,
Ürdün’ü fiili olarak işgal etme yetkisini vermektedir. Örneğin ABD uçak ve
gemilerinin Ürdün topraklarında serbestçe giriş yapabilecek, sınırsız silah
yığınağı ve personel bulunduracak, Ürdün
topraklarında ABD askerleri silah taşıyabilecektir.
Modern devletlerin en önemli özelliği sınırları belirlenmiş bir ülke
toprağına sahip olmasıdır. Bunun anlamı sınırlarını dış saldırılara karşı
koruyan, giriş ve geçişlere kolayca izin vermeyen bir niteliğe sahip olmasıdır.
Devletlerin bu özelliği onları siyasal anlamda bağımsız, hukuksal
anlamda egemen devlet yapar. Ürdün’ün topraklarını ABD askerlerine sınırsız
kullanma imkânı vermesi, egemen ve bağımsız olma özelliğini yok edecektir.
Peki,
neden şimdi?
Yapılan ‘’anlaşma’’ ne kadar
sinsiyse, duyurulması da bir o kadar sinsi ve dikkat çekiciydi. Papa’nın üç
günlük sembolik Irak ziyaretinin hemen ardından böyle bir ‘’anlaşmanın’’ açıklanması sonuçları hesaplanmış bir stratejinin ürünü
olduğunu göstermişti. Nitekim Papa’nın sözde barış mesajlarını abartarak
duyuran Arap medyası, Ürdün’ün ABD
tarafından işgal edilmesine karşı kör, sağır ve dilsiz kesilmişti.
Sonuç
Ürdün Kralı Abdullah, Beyaz Saray’da Arife günü Biden ile görüştü.
Görüşme sonrasında yapılan açıklamada ne yazık ki, anlaşmanın şartları teyit
edildi. Hatta bazı ABD’li düşünce kuruluşları söz konusu anlaşmaya atıf yaparak
ABD’ye Türkiye, Katar ve Kuveyt’te bulunan askeri üslerini Ürdün’e taşımasını
önerdiler.
Tekrar etmek gerekirse: Ürdün’ün ABD ile yapmış olduğu ‘’anlaşma’’ Ürdün’ün sessizce işgal
edilmesidir. Bu ‘’anlaşma’’ ile hem
Ürdün egemenliğini kaybedecek hem de sonuçları Ürdün’le sınırlı kalmayıp Filistin başta olmak üzere tüm bölgede
yaşanan kargaşayı daha da derinleştirecektir.
Bundan sonra, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin direncini kırmak için PKK ve
benzeri örgütlerine daha fazla destek verebilirler. Türk Dışişleri, Ürdün’ün
işgal edilmesinin yol açacağı yıkıcı sonuçlarına karşı daha şimdiden alternatif
stratejiler geliştirmesi gerekir.
Her zaman vurguladığım gibi mesele
ciddi ve derindir.