Dolar (USD)
34.76
Euro (EUR)
36.57
Gram Altın
2950.88
BIST 100
9884.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Aralık 2023

​"Ünlü'lerin değersizliği

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra- tümüyle olmasa da- yönetimi ele geçirenlerin çoğu sanattan eğitime, ticaretten siyasete kadar İslam düşmanlığına soyunmuşlardı. Söylem ve eylemleri tamamen profan bir zeminde yürüyordu ve milleti de kendileri gibi inanmaya, yaşamaya zorluyorlardı. Kimi zaman kaba kuvvetle, kimi zaman halkın değerlerini değersizleştirerek insanımızı hizaya getirmeye çalıştılar. Kendilerine benzetemedikleri kimilerini de idam etmekten sakınmadılar.

Bir toplumun ifsadı için en az 2 nesil gerekliydi. Bizim batıcıların acelesi vardı çünkü bunlar “muasır medeniyet” seviyesini batıperest olmakla yakalayacaklarına inanıyorlardı. Batıperestliği de halkın değerlerine savaş açmakla yaygınlaştırabileceklerine dair bir kanaate sahiptiler.

Bir ülke sosyolojisinin değiştirilip dönüştürülmesi için öncelikle var olan değerlerin yerine yeni değer(sizlik)ler ikame edilmeliydi. Ancak bizimkilere önce vatandaşlarınızın ortak değerlerine savaş açmalısınız denmişti açtılar.

Silahlarla yapılan savaş en kötü savaş değildir, en acımasız savaş değerlere karşı açılan savaştır. Bizim batı-tapıcıları da böyle bir savaş ile milletin kavramlarını bozarak, değerlerini utanılası kılarak ve geleneklerini çağdışı ilan ederek yeni değerler etrafında kümelenmiş bir millet yaratmanın mümkün olacağına inandırmışlardı.

Batıperestlerimiz de işe buradan başladılar.

Kültürel yozlaşma yukarıda saydığımız maddelerin tümünü karşılardı: kavramları bozmak, inancı sulandırmak, değerleri tersyüz etmek böylece mümkündü.

Kültürel bozulmayı sanat alanında yapılacak ahlaksızlıklarla ve geleneğe mugayir sergilemelerle başarmak mümkündü. Müzikte, resimde, karikatür, sinema ve tiyatroda, ama bilhassa günümüze geldiğimizde komedyenlik adı altında yapılan şarlatanlıklarla, tiyatro ve tv’lerde, sosyal medyada, fenomenlik silahıyla cep telefonlarında bile değerleri erozyona uğratmak için aralıksız süren bir çalışmanın olduğunu görebiliyoruz.

Türkiye'de öteden beri sinema filmlerinde karakter dağılımında en pespaye, en itici, en antipatik, en bön rol imamlara, şeyhlere, dindara verilirdi. İmam filmde, tiyatroda, skeçte ya dolandırıcı bir kekeme (konuşma engelli), ya cahil bir sağır (işitme engelli), ya da açgözlü bir ahlaksız olarak canlandırılırdı. Ama her zaman hepsinin değişmez ve belki de değiştirilemez ortak bir yönleri vardı: çirkinlik…

Evet, Türk sinemasında, tiyatro ve skeçlerinde ve dizilerinde imamların değişmez yegâne tiplemesi sima olarak, endam olarak engelli ve çirkin olmalarıydı. Saçı sakalı dağınık, toplumun geneline uymayan tipi ve tarzıyla itici bir karakterdi imamlar, şeyhler, sufiler.

Bu anlayış günümüzde de devam etmekte;

Sinemalarımızda, ama bilhassa güldürü adı altında sergilenen oyunlarda toplumun değerlerini yok sayarak hatta bu değerlere savaş açarak sanat icra edenler(!) revaçta.

Geçtiğimiz gün bir ödül alan Ecem Erkek adındaki “güldürükçü” kadın tam da yukarıda izaha çalıştığımız kültürel “yozlaştırmanın” temsilcisi gibiydi.

Yoksa ABD gibi İsrail’e her türlü desteği sağlayan ülkede sinema sanatçıları Gazze’de İsrail bombaları altında can veren 1300’ü 0-9 yaş grubunda olan toplam 7 bin çocuk için üzüntülerini dile getirirken bu güldürükçü kadınımsı kişi ödül töreninde Gazze’de katledilen çocukların yerine köpeğinden söz etmezdi.

Kadınımsı kişi ödül törenindeki sözleriyle kendisi gibi “çirkinlere” verdiği mesajda mealen Gazze’ymiş, Filistin’miş, öldürülen binlerce çocukmuş boş verin onları; ite, köpeğe sevgi gösterin ki İsrail’in soykırımını kamufle edelim, demiş oldu.

Konuşmasını izledim güldürükçünün, yüzüne iyice baktım ve anladım ki yüzünü ve endamını “çirkin” gören bu kişi adeta Allah Teâla’ya, beni böyle çirkin yaratırsan ben de sana inanan kullarını sevmeyeceğim, der gibiydi.

Oysa varlık başlı başına güzeldir ve insan zaten insan olmakla güzeldi, güzellik için başka bir şeye ihtiyaç yoktu, ama yeter ki “insan” olsun.