Üniversiteyi tutturmak, devlete kapak atmak!..
ARAŞTIRMALAR, “gelişmiş” ülkelerdeki gençlerin büyük bir bölümünün ya kendi işinin sahibi olmak ya da çok tanınmış bir özel sektör firmasında çalışmak istediğini ortaya koyuyor.
“Hayalimde devlet memuru olmak var” diyenlerin oranı ihmal edilecek kadar düşük.
“Kapağı devlete atmak isteyen” yok gibi.
Bu konudaki makalelere göz atarken, ciddi kamuoyu araştırma şirketlerinin çalışmalarına yaslanan haberler çıktı karşıma.
“Z Kuşağı” olarak işaret edilen gençlerimizin sadece yüzde 6’sı kendi işini kurmayı hedefliyormuş. Yüzde 23’ü özel sektörde çalışmak, yüzde 18’i ise ailesinin işini sürdürmek istediğini belirtiyormuş.
Yüzde 53’lük kesim ise, hiç tereddütsüz “Devlet Memuru” olmak istediğini söylüyormuş.
Benim gözlemlerim araştırmalarım ise, gençlerin çok daha büyük bir bölümünün “Devlet Memuru” olmak istediğini gösteriyor.
“Kendi işini kurmak, özel sektörde çalışmak ya da ailesinin işini sürdürmek” isteyenlerin büyük bir bölümünü, “KPSS’yi kazanmak, ardından torpil bulup mülakat aşamasını geçmek çok zor!” diyerek “devlet memurluğu sevdasından” vazgeçenler oluşturuyor.
Elbette “girişimcilikten taviz vermeyen” gençler var ama, oranı oldukça düşük.
“Memur”, biliyorsunuz, “emir alan” demek, “amir” ise “emir veren”.
Memuriyet içinde, “amirler” sınıfı varsa da, her “amir” aynı zamanda “memur” oluyor, emir alıyor.
Gençlik çağı, insanın kanının deli aktığı, başına buyruk takılmak istediği, anne babanın isteklerini çoğu zaman “sırf karşı çıkmış olmak için” reddettiği çağdır.
Bu böyledir, hepimiz farklı ölçülerde yaşamışızdır bunları…
“Ben hayat boyu emir almak istiyorum”, hayat boyu “657 sayılı kanuna bağlı ve bağımlı bir insan olmak istiyorum” tavrı, gençliğin tabiatına pek uygun değil.
Genç, gezmek dolaşmak, yeni şeyler yaşamak, yeni heyecanlara yelken açmak ister.
Bu heyecanlar, bu aksiyonlar memuriyette pek az yaşanabilir.
Orada katı kurallar, koyu hiyerarşik işleyiş vardır.
Memur olmak elbette iyi bir şeydir, memurlarımıza elbette saygı duyarız ama, işin doğası gereği, çoğu durumda “Ne uzarsın, ne de kısalır!” durumları vardır memuriyet hayatında.
Ben bir gencin “ille de memur olacağım” demesini, memuriyetin bazı alanlarını “ideal” haline getirmişse anlayışla, takdirle karşılarım.
Mesela, “çok iyi bir öğretmen ya da çok iyi bir polis olmak” istiyorsa…
Ne güzel.
Amma velakin…
Bir genç, “Nasıl bir memurluk?” sorusuna…
“Nasıl olursa olsun abi, yeter ki memurluk olsun, garanti iş, garanti maaş, garanti izin olsun” benzeri karşılıklar veriyorsa, orada “ümitsizlik, bıkkınlık, yılgınlık, zorluklardan kaçış” vardır!
Gözlemlerim böyle bir tabloyu koyuyor ortaya. Gençlerin çok büyük bir bölümü özel sektörde çalışan ya da özel sektörden emekli olan büyüklerinin kendilerine “Biz yandık, siz yanmayın, kapağı bir şekilde atın, rahat edin!” telkininde bulunduklarını söylüyor.
Büyükler, gençlere, “Özel sektörde hiçbir hakkın hukukun yok! Yıllar yılı çalışıyor, çalışıyor, çalışıyorsun… Her gün işten atılma korkusuyla yaşıyorsun… Mesai saatleri uzuyor, izinler yanıyor, hafta sonların gidiyor… Sonunda bir bakıyorsun ki, elde kalan koca bir hiç!” diyor.
“Devlette öyle mi ya… Garanti iş, garanti maaş. İznin belli, statün belli. Amirin öyle kafasına estiği gibi işinden atamaz seni! Hem sonra, gördün işte… Bir pandemi (plandemi) oldu, her yer durdu. Birçok yer battı, işverenler zor durumlara düştü. Çalışanlardan bazıları da maaşlarını alamadı ya da gecikmelerle alabildi ama devlette öyle mi ya. Evde beklerken de maaşlar tıkır tıkır işledi!” diyor.
Gençler de, biraz bu telkinlerden etkilenerek, biraz da olan bitenleri gözlemleyerek “Evet, en iyisi kapağı devlete atmak!” diyor.
Bu iyi bir “motivasyon” biçimi değil. Devlet memuriyetini “garanti iş, garanti izin” seviyesinde görmek, Devletimiz için de iyi değil.
Düşünsenize, bir iş yeriniz var… Eleman alacaksınız…
Mülâkat yapıyorsunuz.
Karşınızdaki, “Niçin bizim firmamızı tercih ettiniz?” sorusuna, “Burada çalışma şartlarının rahat olduğunu, kimsenin işten atılmadığını, buraya kapak atanın bir daha işsiz kalmayacağını duydum. Başka firmalarda adamı acayip çalıştırıyorlarmış!” yollu cevaplar veriyor… Bu genci işe alır mısınız?
Bunu kıymetli okuyucularıma sordum. Hemen tamamı, bunun hiç de iyi bir şey olmadığı, hatta çok kötü bir şey olduğu düşüncesinde.
Devlete memur olmak çok iyi bir şey ama, devlet memurluğuna böyle bakmak iyi bir şey değil. Bir okuyucum, “Yan gelip yatacak yer arıyorlar da ondan!” demiş, biraz “sert” (ve bana göre çok da haklı olmayan) bir yaklaşımla.
Bir diğeri, “Gençler haklı. Memurların her türlü sosyal hakkı var, maaşları nispeten yüksek, Cumartesi Pazar tatil” demiş.
“Gençlikte girişimci ruh ölüyor maalesef” diyenler var.
“Bugün böyle, yarın ne olacağı belli değil. İstikrar olmayınca, insanlar en istikrarlı alan olarak gördükleri devlet memurluğuna kapak atmaya çalışıyor.” demiş bir okuyucumuz.
“Herkes gözünü devlete dikerse, günün birinde Allah korusun çökeriz!” diyeni de gördüm.
Böyle, epeyce yorum, değerlendirme, tepki…
HHH
Ben, öyle bir “ülke” istiyorum ki… Yani ülkemin öyle bir ülke olmasını istiyorum ki…
Devlet memurluğunu, ağırlıklı olarak bir alanda büyük idealleri olanlar istesin…
Mesela, “çok iyi bir polis olmak, çok iyi bir öğretmen, çok iyi sağlık memuru olmak isteyenler” vesaire …
Üniversiteye, ağırlıklı olarak “çok iyi talebeler” gitsin; okumaya, araştırmaya, kendisini geliştirmeye çok çok meraklı olanlar.
Gençlerin çoğu “girişimci” olsun, ortam onları “girişimde bulunmaya”, “üretmeye” teşvik etsin.
Gençler heyecanlı olsun.
Sorgulayan bir gençlik olsun; her şeye itiraz eden değil de, araştırdıktan sonra yanlış gördüklerine itiraz eden, zorluklara göğüs geren... Bizim kuşak çok iyi bir kuşaktı diyemem, böyle bir iddiam olmaz ama…
İyiydik be!
Cuma günleri semt pazarında, Salı ve Perşembe günleri Haseki Hastanesi’nin bahçesinde su satardık. Kandil geceleri, elimizde mumlar, komşulardan para
toplardık.
Sokaklarda oynar, arsalardaki ağaçlara tırmanır, arkadaşlarımızla kavga eder, barışırdık.
Top peşinde koşar, bisikletlerle uzak mahallelere gider…
Acıkınca, içlerinde domates peynir, haşlanmış yumurta, biber vesaire olan ekmeklerimizi yerdik.
Mahalleden biri odun, kömür aldığında hep birlikte taşır; akşam elimize tutuşturulan “demir liraları” birleştirip bakkaldan, manavdan yiyecekler alır ve hep birlikte yerdik.
O günlerde, hatta gençlik yıllarımızda aklımızda “İlle de devlete kapak atmak!” gibi bir düşünce yoktu.
Sokaklarda büyümüştük, özgüvenimiz vardı.
Hayatın zorluklarına hazırlanmıştık. Şimdi ise…
Allah Muhafaza, çok çok zor günler gelirse...
Bu çocuklar, bu gençler ne yapar?
Bilemiyorum.
“Devlete kapak atanlar için” hava hoş imiş!..
Peki ama, havalar ne zamana kadar böyle olur?
Tefekkür gerek!
Bir de son olarak…
Piyasadaki “b”, artık “iş öğrenmeye hevesli çırakların” gelmediğini… Bir alanda “ustalaşmak” isteyenlerin çok azaldığını söylüyorlar. Kahir ekseriyetini “üniversite diplomalı mesleksizler”in oluşturduğu bir toplulukla…
Tefekkür gerek!