Üniversiteyi bitirince ne yapacaksın?
Kendimi bildim bileli uyduğum “tasarruf tedbirleri”ni iyice sıkılaştırdım son yıllarda.
İş “cimrilik” boyutlarına varmışsa kötü.
Otomobili çok daha az kullanmanın, böylece başta yakıt olmak üzere çeşitli giderlerden “tasarruf” etmenin cimrilikle bir alâkası yoktur herhalde.
Bizim yaşlı otomobil, aradan bir yıldan fazla vakit geçtiği halde 10 bin kilometreyi devirmemiş..
Ben “Ohooo, daha iki bin kilometre var!” diye sevinirken, bu işlerden anlayan bir yakınım “Sen 10 bine bakma, bir yılı geçtiyse bakıma götürmen lâzım!” dedi.
Haydaaa!
İnternete baktım; kimileri bir yıl dolunca, istersen bin kilometre yol yapmış ol, bakıma gideceksin!” diyor…
Kimileri de bunun “para tuzağı” olduğunu söylüyor.
İçe kurt düşünce bir kere, gideceksin.
Sizden iyi olmasın, çok iyi bir ustam var.
“Müsait bir zamanında gel, bakalım!” deyince, gittim.
Yağ, filtre değişimi yaptı sağ olsun; Kurban Bayramı için “Aşağı Maldivler”e gideceğiz, sıkıntı olmasın diye gereğini yerine getirdik.
Hayat haberdir, haber de hayat.
Her yerde haber var.
Hazır “sanayi”ye gitmişken, hem Kıymetli Ustam’ın dükkânında, hem de komşu mekânlarda “alan araştırması” yaptım.
Oralarda, aslanlar gibi genç ustalar, yaşlı ustalar var.
Benim Ustam, oğluna da öğretmiş mesleği…
Piyasada işlerini düzgün yapmalarıyla nam salmış olduklarından gelen işlere yetişemiyorlar çok şükür.
Genç, lise mezunu.
İş güç sahibi.
Allah hayırlı, sağlıklı, uzun ömürler versin; Babası iş göremeyecek duruma düşse, vefat etse, hiçbir eksiklik olmaksızın işleri devam ettirebilecek durumda.
Sadece otomobil tamirini değil, işletme idaresinin gerektirdiği her bir şeyi biliyor.
Dükkâna girerken “Hoş geldiniz” diyen, halinizi hatırınızı soran, çay ikram eden, sıranızın ne zaman geleceğini söyleyen, kendinizi evinizde hissetmeniz için gayret sarf eden bir evlât.
Evini barkını kurmuş, çoluk çocuğa karışmış, Allah analı babalı büyütsün.
Baktım; oralarda daha da genç biri var.
O da meslekte kalfalık noktasına gelmiş, bir iki yıl sonra ustalığı tamammış.
Ondan sonra, artık, aynı yerde mi çalışır, başka yere mi gider, kendi iş yerini mi açar, duruma bağlıymış…
Oralarda her çalışanın işine göre saygınlığı var.
Saygınlık ustalık, işini güzel yaparlık düzeyine göre.
Aldığını hak edeceksin; daha fazlasını alabileceğin bir düzeye de işi öğrenerek, çalışıp ter dökerek geleceksin.
Liyakat esas yani.
“Ahilik” kültüründen bir şeyler kalmış oralarda.
Esnaflar birbirleriyle iyi geçiniyor; geçinmek mecburiyetinde zaten, komşu komşunun külüne muhtaç.
Bir başkasının müşterisine sarkmak ayıp, komşunun sıkıntısını görmezden gelmek de öyle.
Evden börek, çörek getirildiğinde komşuyla paylaşılıyor.
Bahçesi olan, “kiraz” toplamışsa, yan tarafa ikram ediyor.
En sevdikleri gün dükkânın kapalı olduğu gün, pazar.
Ailelerine vakit ayırıyorlar.
Çoluk, çocuk…
Ustamız, torunlarının ev ödevlerine yardımcı oluyormuş.
Ne güzel.
x
Bu seneki üniversite giriş imtihanın yapıldığı yerlerden biri, bizim eve çok çok yakın.
Parkta, içeride çocukları ter döken “veliler” toplanmış.
Biz de geçtik o aşamalardan…
Torunlar için yine geçeceğiz Allah nasip ederse.
Bizim parka birikmiş heyecanlı velilerle lâflarken, “Bu devirde üniversite bitirsen de bir işe yaramıyor!” şikâyetini çok duydum.
Kamuya kapak atabilmek için mezuniyet sonrası girilecek imtihandan çok iyi bir puan çıkartmak gerekiyormuş, artı kuvvetli bir torpil…
Torpil torpili dövüyormuş!
x
Bizim Usta, bana hiç “torpil” geçmiyor, ne yazık ya da ne güzel ki…
Sıram neyse o…
Bu seferki gidişimde, tam dört arabanın bakımını bekledim.
“Acelem var, benden öncekinden müsaade istesem, o izin verirse, önce benim işi halletsen” dedim.
“Hep acele hep acele. Otur çayını iç. Arada sohbet ederiz. Buralarda oyalan, dünya koca bir yalan!” dedi.
Oralarda kaldım.
Kalırken de…
“Usta” dedim;
“Sana, üniversite mezunu bir mesleksiz genç getirsem… Burada senin yanında, beş kuruş para almadan çalışsa hani… İşi öğretebilir misin?”
X
Soruma, “Yok kardeş, olmaz o iş!” diye karşılık verdi Ustam.
“Bir kere, kimse o şekilde çalıştırılmaz. Günahtır. Ona para versem de bana günahtır! O yaştan sonra, meslek öğretmek neredeyse imkânsız. Ağaç yaşken düzelir!.. O yaşta gelecek, cebinde koskocaman diploma, üstünde koskocaman unvan!.. Bir laf söylesen, iki laf işitirsin… Hatta, iş öğretmek için biraz yüklenirsen, dayak bile yersin! Ben hiç çırak dövmedim, çırak dayağı yemek de istemem!”
Lâf lâfı açtı…
Ustama…
“"Üniversitelerde kaç öğrencimiz var, biliyor musun?” diye sordum.
“Beş milyon mu?” dedi.
“Çık, çık!”
“Yedi milyon!”
“Çık, daha çık!”
“Sekiz milyon!”
“Çık, çık!”
x
Sanayilerde “usta, kalfa” sıkıntısı varken…
Vatandaş, harıl harıl usta ararken…
Çıktıkça çıkıyoruz işte!..