Üniversite(li)ye niçin bu kadar öfkeliler?
“Üniversite: Bir Üniversitenin Kuruluş Sancıları” kitabımı yazarken meşhur kişilerin üniversite ile ilgili düşüncelerini öğrenmek için tarama yapıyordum. Araştırmalarımda “üniversite” konusunun bazılarınca yanlış takdir edildiğini fark ettim. Takdir etmek, bir şeyin değerini, önemini, gerekliliğini anlamak olarak açıklanmaktadır. Düşüncelerini okuduğum yazarlar arasında Cemil Meriç ve Necip Fazıl Kısakürek de bulunmaktaydı. Önce isterseniz bu yazarlardan birkaç cümle aktaralım:
Komik
üniversite (!)
Kitap çalışmamda Necip Fazıl Kısakürek'in
Gençliğe Hitabesindeki şu düşünceleri dikkatimi çekmişti: “Bugünün komik
üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı…”
Cemil Meriç’i (1916–1987) okurken “Kapıdaki
bekçiden başka saygı duyulacak kimse yok” iddiası da beni düşündürmüştü.
Bunlar çok acımasız genellemeler/iddialar
idi.
Yazarlardan bu konuda farklı düşündüğümde
ve dahi bilimsel bir kitap hazırlama kaygısı güttüğümden bu ve benzeri
iddialara kitabımda yer vermedim. Keşke bu yazarlar üniversiteyi doğru takdir
eden “bir raporu” kamuoyu ile paylaşsalardı.
Aslında dikkatimi çeken ama kitaba alacak
kadar değerli bulmadığım düşünceler ile şu yönden çok ilgimi çekmişti: Bu ve
başka insanlar üniversiteye niçin bu kadar öfkeli? Bu soruya kolayca cevap
vermek mümkün değil.
Yıldızlar
İlk olarak genellemenin yanlış olduğunu
söylemek yeterli olabilir. Elbette akademide olumlu örnekleri de saymak
mümkündür. Hâlbuki insanların öfkelendikleri (değer görmedikleri) üniversitelerde
yüzlerce (A) kalite bilim insanının ismini saymak mümkündür: Mehmed Fuad
Köprülü, Ömer Lütfi Barkan, Mümtaz Turhan, Sabri Ülgener, Hilmi Ziya Ülken,
Erol Güngör, Fuat Sezgin, Halil İnancık, Cahit Arf…
Kaldı ki üniversitelerde yetişen
milyonlarca insan doktor, mühendis, öğretmen vs olarak ülke insanına (bazıları da
yurt dışına giderek tüm insanlığa) hizmet etmekte. Okumuş insanları hakir
görmek hele hele okumuşlara yakışır mı?
İkinci olarak akademik başarı yönünden
durum irdelenebilir.
Komik
üniversitesi
Bu iki düşünce insanının üniversite ile
ilişkileri bulunmaktadır. Peki, bu ilişki olumlu mu (başarılı mı) ya da olumsuz
muydu?
Necip Fazıl Kısakürek’in (1904–1983)
özgeçmişi incelenirse, Fransa’da Sorbonne Koleji Felsefe Bölümü'ne girdiği
(1924) görülecektir. Yazarın Paris’te bohem bir yaşam sürmesi nedeniyle bir
yılın sonunda kolejden “başarısızlığından dolayı” bursu kesilmiş ve yurda
dönmek zorunda kalmıştır. Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından atandığı
(1939) Ankara Devlet Yüksek Konservatuarı’ndan öğretim üyeliğini kısa süre
sonra bırakmıştır. Daha sonra İstanbul’da bir görev verilmesi isteği
doğrultusunda Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atanarak Robert
Kolej'de edebiyat öğretmenliği yapmıştır. 1943 yılının Aralık
ayında çıkardığı dergi birkaç aylığına kapatılırken Necip Fazıl, Güzel Sanatlar
Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki işinden atılmıştır. Anlayacağınız NFK’nın
akademik yaşamda ilişkisi çok da sağlıklı ve başarılı olmamıştır.
Cemil Meriç, İstanbul Üniversitesi’nde
1946–1974 arasında Fransızca okutmanı olarak görev yapmıştır. Yani o, iş
hayatını akademide unvan değişikliği (bir yükselme olmadan) tamamlamıştır.
Cemil Meriç’in o yıllarda az sayıda bulunan üniversite ve akademisyen sayısı
dikkate alındığında bu değerli akademisyenleri tanımaması mümkün mü?
Ruh
hali
Öncelikle bir konuya ifrat derecesinde
karşı olan insanların ruh hallerine (psikolojilerine) bakmak gerekir. Bu
insanların derinlerinde sadece üniversite için değil birçok konuda çok olumsuz
duygular/düşünceler içindeler (öfkeliler). Öfke engelleme, incinme veya gözdağı
karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, hiddet, gazap
anlamındadır. Önceki yazımda bu insanların bu yönünü değerlendirdim.
Okumanızı öneririm.
Son
söz:
Eleştirmek takdir etmekten kolaydır.