Üniversiteli gençler tartışırken…
Üçüncü sınıf dersinin sonuna doğru yerine oturan yaşlı başlı, görmüş geçirmiş Hoca, “Sorusu olan var mı?” deyince…
Arka sıralardan bir öğrenci,
“Var Hocam” diye ses verdi.
“Biz buraya niçin
geldik?”
Sorunun dersin konusuyla uzaktan yakından alâkası yoktu.
Öğrenci bir şeylere tepkisini dile getiriyordu durup dururken…
*
Hoca, gözlüğünün üstünden sesin geldiği tarafa baktı.
“Haklısın evlât” dedi,
“Siz buraya niçin
geldiniz?!
Bunca yılı niçin boşu
boşuna harcadınız?!”
*
Öğrenci, fakültede gösterilen derslerin kendilerine hiçbir şey katmadığını, aksine boş yere zaman ve enerjilerini tükettiğini söylüyordu.
Konuştukça iyice açılan genç, kendilerine ders veren hocaların piyasa gerçeklerinden uzak yaşadıklarını, yıllar yılı aynı şeyleri anlata anlata emeklilik yaşına ulaştıklarını öne sürüyordu.
“Tek bir kitapla emeklilik yaşına gelenler var, doçentler, profesörler kendilerini geliştirmiyor ki, bizi geliştirsinler!” diyen öğrenciye hiç tepki göstermedi Hoca.
Hatta…
“Bu konuları tartışmaya açabiliriz. Dinlenme arasında çıkmazsanız, yarım saat vaktimiz var!”dedi.
*
Söz alan öğrencilerin çoğu arkadaşlarını hak verdiklerini söyledi.
Üniversitelerin, özellikle de “sözel” bölümlerin öğrencileri hayata hazırlamadığını, hocaların kendilerini geliştirmediğini, hayatlarının vize- final geçtiğini, sadece not almak için çalıştıklarını, bulundukları yerin kendileri için dört yıl sonunda alınacak bir “kâğıt”tan başka bir anlam ifade etmediğini savundular.
Böyle böyle giderken muhabbet…
Sınıf ortalamasından yaşlı görünen öğrenci, “Hocam, ben de konuşabilir miyim müsaadenizle?” dedi.
“Buyurunuz” cevabını aldıktan sonra şöyle devam etti:
“Ben, zengin bir ailenin çocuğu değilim. Aslında, bir ailenin çocuğu da değilim. Orada burada büyümek yazılmış kaderimize.
Lise yıllarımdan itibaren, özellikle yaz aylarında çalıştım.
Çalışırken de birileriyle tanıştım.
Vesileler birbirini takip etti, tanıdık tanıdığı getirdi.
Bir müessesede ayak işlerinden bir iş buldum.
Sonra…
Bir fırsat çıktı karşıma, görev verdiler.
Hakkıyla üstesinden geldim.
Kadroya girdim.
Derken, burası oldu işte.
Burayı bilerek isteyerek kazandım.
Şimdi, iş yeri ile burayı birlikte götürmeye çalışıyorum.
Şunu gördüm ki, bunca yıl boyunca…
Arkadaşlarımızın çoğu üniversiteden çok şey bekliyor.
Burası, beyinlerine şırıngayla bilgileri yüklesin, hem de hayatta hep lazım olacak, teknoloji karşısında hiç eskimeyecek bilgileri yüklesin…
Öyle mezun etsin.
Sonra da, kapıda işverenler beklesin.
Arkadaş teklifleri değerlendirsin…
Beğendiğine ‘evet’ desin!
Arkadaşlar;
Yok böyle bir dünya!..
Dört koca yıl!..
Bir de uzatması var, üniversiteden 25 yaşında çıkıyorsunuz neredeyse…
Beş yaşından 25 yaşına kadar 20 sene okul hayatı!..
Üniversiteye kadar ne olduysa oldu, bari buradayken vakti iyi değerlendirebilsek…”
Bir öğrenci,
“Nasıl?” diye girdi araya…
“Mesela… Bir yandan
okusak bir yandan da çalışsak... Okul yıllarının tamamını okulda tüketmesek!”
“İş mi var?”
“Aradınız mı?”
“Arasak ne olacak ki,
piyasayı görmüyor musun, sen bulmuşsun iş, herkes nasıl bulacak?”
*
Ortam biraz gerilince…
Hoca girdi devreye…
“Arkadaşlar, siz
gerçekten hem okuyup hem de çalışmak istiyor musunuz?”
*
Birkaç kişiden “Ben zaten çalışıyorum Hocam” sesleri yükseldi.
Diğerleri sessiz kaldı.
Biri, “Evet Hocam, uygun bir iş olursa kendimi geliştirebileceğim, tabii ki çalışırım.” diye cevap verdi.
*
Görmüş geçirmiş Hoca şöyle anlatıyor sonrasını:
“O öğrenci yanıma geldi.
Notlarımı aldım.
Tanıdıklara söyledim.
Bir iş çıktı, çalışmaya başladı.
Kendisini çok beğenmişler, sözleşme yapmışlar.
Vaktinin büyük bölümünü işe ayırdığından okulu uzadı biraz.
Yani, biraz dediysem, üç yıl kadar!..
Yedi yılda mezun oldu!
Diplomasını geç aldı ama bunun pek de önemi yoktu, çünkü o genç serviste iyi bir pozisyona gelmişti.
Ara sıra gelir ziyaret eder beni…
‘Hocam önceliği hayata değil de diplomaya verseydim, okul ile hayatı birleştirmeseydim, belki de şu andaki pozisyonumda olan bir yöneticiden iş isteme durumunda olacaktım. Ailemi geçindirebileceğim bir iş bulamadığım için de evlenemeyecektim!’ der.”
*
Unutmadan…
Üç çocuğu var öğrencimin, ellerinizden öper.
*
Bu “okul yıllarını tamamen okulda tüketmek” büyük kayıp.
İsraf.
Özellikle “sözel” alanlarda okuyanların büyük bölümü pekalâ hem okuyup hem çalışabilirler.
*
Özellikle büyükşehirlerde…
Mesela hukuk öğrencileri…
Mutlaka ama mutlaka bir “avukatın” yanında çalışmalı.
Hani yukarıda bahsini ettiğim öğrenci “ayak işleri”yle başlamış ya, gerekirse öyle!
“Her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır” malûm!..
Aranırsa ve kısmetse olur.
Vesileler vesileleri doğurur ve bakarsınız gerçek olur.
Yeter ki tevessül edin siz!
Dört koca sene.
Yaz aylarında ve diğer müsait zamanlarda çalışsa genç, okulu bitirdiğinde “tecrübeli sınıfında” değerlendirilir.
*
Yoksa, “hayata” çok geç başlamak var.
Mezun oldun 25, işe girdin, kendini toparladın 30.
Evlendin 32!
O yaşa gelince çok daha “nazlı” oluyor insan; “ armudun sapı, üzümün çöpü” derken evde kalıyor çoğu zaman!
*
Eskiden “dede” olunuyordu otuzlu yaşlarda.
Şimdi baba bile olunamıyor!
En güzel yıllar, birçok öğrenci için “verimsiz” bir şekilde geçiyor.
Hayat sanki çok uzun!