Üniversiteler ve entelektüel hayat
Bir ülkenin gelişimi sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel
boyutların eşzamanlı olarak birbirilerini beslemesi ile ilintilidir. Ülke ve toplumların
farklı zenginlik kaynakları ya da kültürel kodları çerçevesinde geliştirdikleri
yetenekleri olabilir ancak sosyolojik bağlamda kültürel, ekonomik, sosyal,
siyasal boyutlar olumluluk ve olumsuzluk açısından birbirlerini beslerler.
Bu boyutların hepsi çok önemli olmakla birlikte, benim tezim
bir toplumun gelişiminde önceliğin düşünce, bilgi ve bilimin ayrıcalıklı bir
yere sahip olduğudur. Bir başka deyişle, düşünsel atılımlar bir toplumun
gelişim zeminini oluşturmak konusunda başat bir role sahiptir. Nitekim bugün
Batı’da modern dünyanın oluşumunun temellerinde siyasal, sosyal, fiziki,
kültürel, ekonomik teori, düşünce ve felsefeler yatmaktadır. Ciddi düşünsel
tartışmalar ve bilimsel araştırmalar vardır. Kimi zaman statükonun yoğun
rezervleri ve baskılarına rağmen bu tartışmalar bir noktadan sonra yerleşik
hale gelmiştir. Bugün Batı’da üniversiteler ve hatta üniversite dışı
platformlar düşünce ve bilimin yerleşik ve kurumsal hale geldiği mekanlar
olarak göze çarpmaktadırlar.
Buradan anladığımız önemli bir şey varsa, üniversitelerin
temel rolü ve işlevinin düşünce, bilim ve tartışmalar olduğudur. Bu açıdan
ülkemizde ilk elden üniversitelerin bu düzeyde işlemesi açısından bir zeminin
oluşturulması gerekir.
Bu bağlamda ilk adım olarak üniversite öğretim elemanlarının
bir bürokrat gibi değil entelektüel bir portre olabilmesi hedeflenmelidir.
Elbette statü olarak üniversite öğretim elemanları da devletin bir memurudur.
Fakat onun temel görevi, bilgi, bilim ve onların gerektirdiği metodolojiyi
takip ederek araştırmalar yapmak, makale ve kitaplar yazarak bu görüşleri
kamuoyu ile paylaşmaktır. Farklı ortamlarda (sempozyum, panel vb.) bunlarla
ilgili ucu açık tartışmalar yapabilmektir.
Bu bağlamda sıklıkla tekrarladığım “üniversite hocalarının
kürsü dokunulmazlıkları” elzemdir. Bununla kastettiğim şeyler şunlardır.
Birincisi, üniversite hocası sorumlu bir insan olarak araştırmalarında ulaştığı
sonuçları rahatlıkla söyleyebilmesidir. Elbette bir hocanın ulaştığı sonuçlar
bilimsel kanun olmayabilir. Farklı hocalar aynı konuda farklı görüşler öne
sürebilir. Bunların hepsinin eşit söyleme özgürlüklerinin korunmasından
bahsediyorum.
Burada şu tür problemlerle karşılaşılmaktadır. İlkin, farklı
görüşlere karşı bir linç kampanyası başlatılmaktadır. Bir kere her görüşü kabul
etme gibi bir zorunluluk yoktur ancak farklı görüşlere tahammül burada nirengi
noktasıdır. Herkes bilim adamının tezlerini eleştirmek ve delilleri üzerine
tartışma geliştirmede hür olmalıdır. Biz bu ortamı kastediyoruz. Zaten monolog
yapılacaksa, üniversiteler niçin vardır?
Üniversite içi ve dışı tartışmalar daha çok bir güvenlik
problemi gibi de ele alınabilmektedir. Halbuki dediğimiz gibi üniversiteler
çoklu görüş, persektif ve yaklaşımlarla ancak entelektüel bir düzeyi
yakalayabilir. Görüş ve düşünce üretmek zaten üniversite hocasının bir
entelektüel olarak temel görevidir. Bunu da bilgiye, bilime, hakikate olan
saygısı ve sorumluluğunun bir gereği olarak yerine getirir.
Dikkat ederseniz son zamanlarda gündeme gelen konuların
birçoğu ile ilgili olarak sağlıklı bir tartışma ve konuşma yürütülememektedir.
Hatta kimileri üniversite hocalarının konuşmadığından şikayetçi olmaktadırlar.
Bir konuda sağlıklı tartışma olabilmesi için tezler kadar onların anti
tezlerinin de öne sürülmesi gerekmektedir. Tartışma da bilgi ve bilim temelinde
olmalıdır. Tarafların karşılıklı olarak karşıt tezleri güvenlik sorunu olarak
aldıkları bir ortamda tartışma beklemek de hayal olsa gerektir.