Üniversite öğrenciliği üzerine hasbihal
Rahmetli Prof. Dr. Ali Kurt hocamız ile Eyyüb Azlal hocamızın yürüttüğü on-line Safahat Okumaları grubunda tanışmıştık. Ben kendimi takdim ederken Erzurum Ziraat Fakültesi mezunuyum deyince hoca “benim babam da orada hocaydı” demiş ben de soyadından dolayı hemen “Siz Prof. Dr. Ahmet Kurt hocanın oğlu musunuz?” diye sormuştum. Cevap “evet” olmuştu. Hoca daha sonra bana “Babam nasıl bir hocaydı? Mesela sınavlarda sizi hayal kırıklığına uğratmış mıydı, notu nasıldı?” gibi sorular sordu. Tabi mezun olalı otuz küsur yıl geçmiş. Hafızamda kaldığı kadarıyla “Hocam Ahmet Hoca çok ciddi ve işini iyi bilen bir hocaydı. Ben onun dersinden özellikle sınavlarda ne ters köşe olduğumuzu ne de beklediğimizin altında bir not aldığımızı hatırlamıyorum. Hatta hocamız hakkında olumsuz hiçbir söz işitmedim. Altmışlı bir not ile dersini geçtiğimi, sınavlarda da Süt Teknolojisi açısından en elzem konuların sorulduğunu hatırlıyorum. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.” diye cevap verdim. Ali Hoca bu cevabım üzerine bana bu anlattıklarını bir sayfa halinde yazıp gönderirsen babam hakkında yazdığım kitaba koyacağım demişti. Nitekim yazıyı gönderdim ve kitapta bu yazı yer aldı.
Söz Erzurum’daki
üniversite yıllarından açılmışken buradan devam etmek istiyorum. İlk olarak
mezun olana kadar benimle bir ağabey gibi ilgilenen Prof. Dr. Kemalettin Kara
hocamı şükranla yâd etmek istiyorum.
Bir meslek
edinmişsek bizi yetiştiren hocalarımızın sayesinde olmuştur. Bunlardan Abdüsselam
Ergene, Ayhan Aksoy, Saip Tellioğlu, Sıtkı Aras, Macit Özhan, Ziya Yurttaş,
Turgut Hatunoğlu ve Ahmet Kurt’a rahmet diliyorum. Bölümün en renkli hocası
şüphesiz Prof. Dr. Hakkı Emsen idi. Onun gibi mükemmel şekilde ders anlatan bir
hoca görmedim.
Turgut Hatunoğlu,
Hüsnü Yusuf Gökalp, Fatin Sezgin, Ziya Yurttaş ve Hayri Dayıoğlu hocalarımızın
da ders performansı çok yüksekti. Bu hocalarımız sınavlarda sorulması gereken
en önemli hususları soran, ne yazdıysanız onu veren adil, ciddi ve donanımlı
bilim insanlarıydı. O zamanlar asistan olan Bahri Karaçay, Muhlis Macit, Recep
Aydın, Hüdaverdi Bircan, Ali Koç, Mustafa Tan gibi hocalarımız bizler için
birer ağabey konumundaydı.
Bunun yanında
maalesef ismini dahi anmak istemediğim bir kaç olumsuz örnek de yok değildi.
Fakültedeki ilk dersimize girip “Buraya mühendis olmaya mı geldiniz? Çok
beklersiniz. Zaten çoğunuz yarın okuldan atılıp gidersiniz. Zaten size de kimse
iş vermez.” diye derse başlayan, ilerleyen süreçte farklı bir disipline ait
girdiği derste “Formülleri ezberlemeyin, bu ders başka bir mühendislik dalına
ait. Problem sormayacağım” dediği halde sınavda 50 problem sorup herkesi döken
ve atılma durumunda olan öğrencilere “Şimdi size bir de belge mi vereceğiz?
Sürekli problem çıkarıyorsunuz.” diye dalga geçen…
Sınavda yarım
sayfa veri verip problemin çözümünü istediği halde sorunun cevabı olarak “bu
verilerle bu soru çözülemez” diye cevap verilmesini bekleyen, sonra da kantine
gelip “nasıl da ters köşe yaptım, sizi nasıl döktüm” diye kahkahalarla gülen…
Anlatmadığı
şeyleri, çözmediği problemleri sorup kendini zor hoca olarak ilan eden de yok
değildi.
Şu an
üniversitelerin sınav zamanı. Etrafımızda bir hayli okuyan öğrenci var.
Maalesef bu günlerde onların buna benzer serzenişlerini görünce demek ki 37
senedir çok iyi hocaların yanında böyle arıza tipler hâlâ var diye üzülüyorum.
Üniversiteyi bir
bilim yuvasından filim atölyesine çeviren bu tiplere söyleyecek söz
bulamıyorum. Final sınavını bütünleme sınavından bir gün öncesine kadar
açıklamayanlar, sınava girenlerin %90’nını döktüğü halde kimseye hesap
veremeyenler, anlatmadığı yerden soru soranlar, sadece bir puanla öğrenciyi
dersten bırakanlar, öğrencinin beklediğinin çeyreğini vermeyi kahramanlık
zannedenler, benden geçmek kolay değildir diye hava atanlar, “Ölçme ve
değerlendirme” metotlarını “dökme ve diğerleştirme” zannedenler hâlâ varmış.
Hatta sınava giren öğrencilere “Bu sınavdan geçeceğinizi mi sanıyorsunuz,
avcunuzu yalarsınız!” diye dalga geçen ve adı asistan olan artistler de...
Kıymetli
rektörler, dekanlar, bölüm ve kürsü başkanları! Lütfen birazcık bu şikâyetlerle
de ilgilenin ve önünüze geldiğinde üstünü kapatmayın. Başarının da
başarısızlığın da bir ölçüsü olmalıdır. Öğrencileri bu tiplerin olmayan
vicdanlarına mahkûm etmeyin. Bunların tespiti için bir sistemin kurulması ve
işletilmesi şarttır. Bunu hayata geçirmek için illa da bir şikâyet beklenmediği
gibi şikâyetler de ört bas edilmemelidir. Astığı astık, kestiği kestik
tavırlarla bilim üretilmez. Azcık gayret etseniz sayıları çok az olan ancak
bilimin yüz karası bu hasta ve şımarık tipleri tespit etmeniz mümkündür.
İşini layıkıyla
yapan, adil, başarılı, insaflı bilim adamlarımıza teşekkür ediyoruz. Ancak
iyiyle kötünün de bir ayrımı olmalıdır.
Şu ekonomik
krizde okumanın da okutmanın da ne kadar zor olduğunu bilmeniz gerekir. Hocanın
kaprisi yüzünden yurtlarda tatilini geçirmek zorunda kalan, evine gidemeyen,
gitse de gidip gelmek zorunda kalan, böyle basit gerekçelerle okulunu uzatan
çocuklara ve onların ebeveynlerine acıyın artık. Okulla ilgisi olmayan, derse
girmeyen, sınavda boş kâğıt veren öğrencileri elbette kast etmiyoruz. Birazcık
insaf lütfen!