Umutlar da yorulur
Siz bu satırları
okurken üniversiteler açılmış olacak. Pandemi, deprem derken kaşla göz arasında
son birkaç yıl özellikle eğitim açısından sevimsiz geçti. Her düzeydeki
eğitim-öğretim faaliyeti uzaktan gerçekleştirildi ve geriye dönülüp
bakıldığında elde kocaman bir sıfır var. Ne dersler arzu edildiği gibi icra
edildi ne katılım olması gerektiği ölçüdeydi ne etkileşim ideal kıvamı buldu.
Öylesine, uykuyla uyanıklık arasında, memleketin diğer bütün işleri gibi
uzaktan öğretim de bir günah savma kabilinden “mış gibi” yapılarak
savuşturuldu. Kayıp yıllar diyeceğim ama zaten yüz yüze olanında da örgününde
de uzaktan olanından çok farklı bir durum yok.
Kim bilir hangi
niyetle, memleketin herbir köşesine, ilçelere bile üniversiteler açıldı. Amaç
neydi, işsizlik oranını azaltmak mı, bilgiyi, kültürü, aydınlanmayı en ücra
köşelere kadar vardırmak mı, dışarıda kalan milyonlarca gencin enerjisini
kampüs içine taşıyarak topraklamak, törpülenmemiş üç beş refleksi ehlileştirmek
mi veya bilmediğimiz, aklımızın yetmediği, daha karmaşık, daha teorik, daha üst
düzey (!) bir hesap mı bilmiyoruz. Bildiğimiz ise üniversite sayısının artması
niteliğin artması anlamına gelmek şöyle dursun, seviyeyi yerlere düşürdü.
Milyonlarca lise mezunu kampüs içinde uyutularak, uyuşturularak, aşırılıkları
dengelenerek, “makul bir teehhülle” ve ama ne yazık ki bilgiyle buluşmadığı
halde bilgilenmiş zehabıyla hayata yeniden iade edildi, edilmeye devam ediyor.
Sorun, lise mezunu temerküzünden hızlıca üniversite mezunu temerküzüne kaydı.
Böylece lise mezunu olarak, bulduğu işi kendine layık gören iç dünyaların
üniversite mezunu olduktan sonra liyakat anlayışının değişmesiyle sorun daha da
içinden çıkılmaz boyutlara taşındı. Şimdi, özellikle ara eleman sıkıntısı çeken
iş kolları, “ben üniversite mezunuyum ve o işi yapmam”cılar yüzünden eleman
bulmakta güçlük çekiyor. On binler, hatta yüz binlerce fen edebiyat,
mühendislik, mimarlık, iktisadi idari bilimler mezunu genç, kendilerine
yönelik, kendi seviyelerinde (!) iş arıyor ama bulamıyor. Tuhaf bir döngüye
girdi Türkiye: İş kolları kalifiye eleman bulamazken üniversite mezunları da iş
bulamıyor ve bu cendereden çıkmak için hiç kimsenin düşünüp taşındığı, bir çare
üretme gayreti içine girdiğine rastlamıyoruz. Üstelik, tuhaf bir akıl
tutulmasıyla Yüksek Öğretim Kurumu, kontenjanları daraltmak yerine
genişletiyor, seviyeyi yukarılara taşımak yerine barajı sürekli aşağı çekiyor,
hatta geçen yıl olduğu gibi büsbütün kaldırarak kitleleri üniversite mezunu sellerine
maruz bırakıyor. O selin bir gün önüne kattığı bütün çerçöple memleketi
boğacağı ya kimsenin aklına gelmiyor veya öncesinde ve aslında baştan beri hep
olduğu gibi tozlar kanapenin altına süpürülüyor.
Ertelenmiş sorun
büyür. İhmal edilmiş hastalık müzmin hale gelir. Başlangıç çözümleri her zaman
daha az maliyetlidir ve sorun ortalara vardığından çok daha büyük faturaları
beraberinde getirir. Hele bir de geri dönüşsüz noktaya gelmişse artık onunla
muhatap olanlara Allah kolaylık versin. Türkiye’nin maarif meselesi, özellikle
de yüksek öğretiminin yüz yüze olduğu sorunlar “Allah kolaylık versin”
aşamasına çoktan geldi. Yöneticilerimiz elbette bizden daha akıllı, daha
bilgili, daha donanımlı, daha liyakatli, daha uzgörülüler. Onların düşündüğü
çareler, bugün ufukta görünmüyor olsa bile yakın bir zamanda mutlaka kendini
gösterecek ve bu yazının kendisi dahil, konuştuğumuz meseleler çerden çöpten
bir hale gelecek. Ancak insan yine de kaygılanmadan edemiyor. Üniversite mezunu
bu kadar gencin enerjileri, geleceğe dair umutları ne olacak? Geleceğin
Türkiye’si bu gençlerin hayata tutunması, hayatı onlara “daha çekilebilir hale
getirmek” için neler planlıyor? Kapılar açık, isteyen, istediği yere kaçabilir
demekle iş bitmiyor. Siz devlet olarak dört, beş, bazıları için altı yıl emek
veriyor, altyapı hizmeti sunuyorsunuz ve tam size faydalı olacakları zaman uçup
gidiyorlar. Hangi devlet, verdiklerinin karşılığını almadan yetişmiş elemanını
“armut piş, ağzıma düş” diye ağzını açmış bekleyen diğer devletlere kaptırmak
ister ki? Ve ama görünen köy, kılavuz istemiyor. Türkiye’de gençlerin yüzü hep
Batı’da, bir çıkış, bir kaçış yolu için oraya bakmaktan, Batı’yı gözlemekten
boyunları tutulmuş vaziyette, çaresizce bekliyorlar. Bir kapıdan ötekine
koşturup sevdikleri güzel memlekette kalmanın, orada kendine küçük dünyalar
inşa edip hoşça birkaç yıl geçirebilmenin özlemiyle kan ter içinde koşturuyor,
gün sonunda, olmayacak galiba deyip boşluğa bakıyorlar. O boşluğu yaratan
sorunlara eğilmiş, o hayata yönelik idealleri boşaltılmış insanların
gözlerindeki kedere eşlik eden kaç kurumsal kaygı var? Büyüklerimiz,
küçüklerimizin nereye doğru gittiklerinin farkında mı?
Bir ülkenin
nereye doğru gittiğini, gençlerinin nereye yöneldiğine bakarak görebilirsiniz.
Ülkemiz kanat takmış uçuyor, çağ atlıyor, şampiyonlar liginde top koşturuyor
olabilir ama gençlerimiz mutsuz. Üniversiteye girmek, bir okul kazanmak en
kolayı. Üç yüz bininci olsanız bile size kapılar açık, sonuna kadar açık. O
değil, bu üniversiteye gidiyorsunuz, hepsi o kadar. Zaten diplomalar arasındaki
farkları eriten “mülakatlar” var ve bir şekilde orası lehimleme, tamir
mekanizması olarak hep duruyor. Gelgelelim her lehim aynı zamanda lehimlenen
iki ucu da eritiyor. Bilgi eriyor, eğitim, öğretim eriyor. Üniversiteler ve
üniversal bilgi eriyor ve bütün bu eriyikler arasında dolaşan zavallı
gençlerimiz buharlaşmamak için ellerinde kalan tek şeyi, son şeyi, umudu bir
uçtan ötekine gezdirip duruyor. Sayın büyüklerimiz, hala anlamadınız mı?
Umutlar da yorulur…