Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Umutlar da yorulur

Siz bu satırları okurken üniversiteler açılmış olacak. Pandemi, deprem derken kaşla göz arasında son birkaç yıl özellikle eğitim açısından sevimsiz geçti. Her düzeydeki eğitim-öğretim faaliyeti uzaktan gerçekleştirildi ve geriye dönülüp bakıldığında elde kocaman bir sıfır var. Ne dersler arzu edildiği gibi icra edildi ne katılım olması gerektiği ölçüdeydi ne etkileşim ideal kıvamı buldu. Öylesine, uykuyla uyanıklık arasında, memleketin diğer bütün işleri gibi uzaktan öğretim de bir günah savma kabilinden “mış gibi” yapılarak savuşturuldu. Kayıp yıllar diyeceğim ama zaten yüz yüze olanında da örgününde de uzaktan olanından çok farklı bir durum yok.

Kim bilir hangi niyetle, memleketin herbir köşesine, ilçelere bile üniversiteler açıldı. Amaç neydi, işsizlik oranını azaltmak mı, bilgiyi, kültürü, aydınlanmayı en ücra köşelere kadar vardırmak mı, dışarıda kalan milyonlarca gencin enerjisini kampüs içine taşıyarak topraklamak, törpülenmemiş üç beş refleksi ehlileştirmek mi veya bilmediğimiz, aklımızın yetmediği, daha karmaşık, daha teorik, daha üst düzey (!) bir hesap mı bilmiyoruz. Bildiğimiz ise üniversite sayısının artması niteliğin artması anlamına gelmek şöyle dursun, seviyeyi yerlere düşürdü. Milyonlarca lise mezunu kampüs içinde uyutularak, uyuşturularak, aşırılıkları dengelenerek, “makul bir teehhülle” ve ama ne yazık ki bilgiyle buluşmadığı halde bilgilenmiş zehabıyla hayata yeniden iade edildi, edilmeye devam ediyor. Sorun, lise mezunu temerküzünden hızlıca üniversite mezunu temerküzüne kaydı. Böylece lise mezunu olarak, bulduğu işi kendine layık gören iç dünyaların üniversite mezunu olduktan sonra liyakat anlayışının değişmesiyle sorun daha da içinden çıkılmaz boyutlara taşındı. Şimdi, özellikle ara eleman sıkıntısı çeken iş kolları, “ben üniversite mezunuyum ve o işi yapmam”cılar yüzünden eleman bulmakta güçlük çekiyor. On binler, hatta yüz binlerce fen edebiyat, mühendislik, mimarlık, iktisadi idari bilimler mezunu genç, kendilerine yönelik, kendi seviyelerinde (!) iş arıyor ama bulamıyor. Tuhaf bir döngüye girdi Türkiye: İş kolları kalifiye eleman bulamazken üniversite mezunları da iş bulamıyor ve bu cendereden çıkmak için hiç kimsenin düşünüp taşındığı, bir çare üretme gayreti içine girdiğine rastlamıyoruz. Üstelik, tuhaf bir akıl tutulmasıyla Yüksek Öğretim Kurumu, kontenjanları daraltmak yerine genişletiyor, seviyeyi yukarılara taşımak yerine barajı sürekli aşağı çekiyor, hatta geçen yıl olduğu gibi büsbütün kaldırarak kitleleri üniversite mezunu sellerine maruz bırakıyor. O selin bir gün önüne kattığı bütün çerçöple memleketi boğacağı ya kimsenin aklına gelmiyor veya öncesinde ve aslında baştan beri hep olduğu gibi tozlar kanapenin altına süpürülüyor.

Ertelenmiş sorun büyür. İhmal edilmiş hastalık müzmin hale gelir. Başlangıç çözümleri her zaman daha az maliyetlidir ve sorun ortalara vardığından çok daha büyük faturaları beraberinde getirir. Hele bir de geri dönüşsüz noktaya gelmişse artık onunla muhatap olanlara Allah kolaylık versin. Türkiye’nin maarif meselesi, özellikle de yüksek öğretiminin yüz yüze olduğu sorunlar “Allah kolaylık versin” aşamasına çoktan geldi. Yöneticilerimiz elbette bizden daha akıllı, daha bilgili, daha donanımlı, daha liyakatli, daha uzgörülüler. Onların düşündüğü çareler, bugün ufukta görünmüyor olsa bile yakın bir zamanda mutlaka kendini gösterecek ve bu yazının kendisi dahil, konuştuğumuz meseleler çerden çöpten bir hale gelecek. Ancak insan yine de kaygılanmadan edemiyor. Üniversite mezunu bu kadar gencin enerjileri, geleceğe dair umutları ne olacak? Geleceğin Türkiye’si bu gençlerin hayata tutunması, hayatı onlara “daha çekilebilir hale getirmek” için neler planlıyor? Kapılar açık, isteyen, istediği yere kaçabilir demekle iş bitmiyor. Siz devlet olarak dört, beş, bazıları için altı yıl emek veriyor, altyapı hizmeti sunuyorsunuz ve tam size faydalı olacakları zaman uçup gidiyorlar. Hangi devlet, verdiklerinin karşılığını almadan yetişmiş elemanını “armut piş, ağzıma düş” diye ağzını açmış bekleyen diğer devletlere kaptırmak ister ki? Ve ama görünen köy, kılavuz istemiyor. Türkiye’de gençlerin yüzü hep Batı’da, bir çıkış, bir kaçış yolu için oraya bakmaktan, Batı’yı gözlemekten boyunları tutulmuş vaziyette, çaresizce bekliyorlar. Bir kapıdan ötekine koşturup sevdikleri güzel memlekette kalmanın, orada kendine küçük dünyalar inşa edip hoşça birkaç yıl geçirebilmenin özlemiyle kan ter içinde koşturuyor, gün sonunda, olmayacak galiba deyip boşluğa bakıyorlar. O boşluğu yaratan sorunlara eğilmiş, o hayata yönelik idealleri boşaltılmış insanların gözlerindeki kedere eşlik eden kaç kurumsal kaygı var? Büyüklerimiz, küçüklerimizin nereye doğru gittiklerinin farkında mı?

Bir ülkenin nereye doğru gittiğini, gençlerinin nereye yöneldiğine bakarak görebilirsiniz. Ülkemiz kanat takmış uçuyor, çağ atlıyor, şampiyonlar liginde top koşturuyor olabilir ama gençlerimiz mutsuz. Üniversiteye girmek, bir okul kazanmak en kolayı. Üç yüz bininci olsanız bile size kapılar açık, sonuna kadar açık. O değil, bu üniversiteye gidiyorsunuz, hepsi o kadar. Zaten diplomalar arasındaki farkları eriten “mülakatlar” var ve bir şekilde orası lehimleme, tamir mekanizması olarak hep duruyor. Gelgelelim her lehim aynı zamanda lehimlenen iki ucu da eritiyor. Bilgi eriyor, eğitim, öğretim eriyor. Üniversiteler ve üniversal bilgi eriyor ve bütün bu eriyikler arasında dolaşan zavallı gençlerimiz buharlaşmamak için ellerinde kalan tek şeyi, son şeyi, umudu bir uçtan ötekine gezdirip duruyor. Sayın büyüklerimiz, hala anlamadınız mı? Umutlar da yorulur…