Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
35.98
Gram Altın
3006.89
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Umut, Kölecilik ve Dilencilik

“Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,

Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,

Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında

Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.

Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar

Seninle yeşerdiler, seninle soldular…

Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.” Özdemir Asaf

Umut, gelip geçici kriz durumlarında insanı harekete geçiren yapay bir duygu, duruş ve düş değildir. Umudun insanla varoluşsal bir ilişkisi vardır. Umut olduğu sürece insan, varoluşsal olarak varlığını oluşturma gücünü, yeteneğini ve motivasyonunu kendisinde bulabilir. Umudun yok olması halinde insan aklını, duygularını, düşüncelerini ve düşlerini yitirmektedir. Umudun yitirilmesi, aslında insanın varoluşsal olarak yitirilmesidir.

Umudunu yitiren insanlar, kendileri dışındaki güçlere, kişilere, kurumlara ve yapılara bağımlı olurlar. Umud, özgürleştirir. Umutsuzluk ise köleleştirir. Umutsuz olan insanlar, dış dünyada güç ve servet sahibi kişilerin ve kurumların kendilerine merhamet etmesini ve kendilerine lütufta bulunmasını beklerler. Kölelleştirilmiş bir zihniyete ve kişiliğe sahip kişilerin umutları, özgürlükleri ve onurları yoktur. Köleleştirilmiş kişilik sahipleri, hep başkalarının gölgelerinde onların kendilerine yapacakları ihsanları, lütüfları ve merhametlerine dilencilik yaparlar. Büyük İskender’e “Gölge etme! Başka ihsan istemem!” diyen Diogenes, dilenciliğe ve köleciliğe onura ve özgürlüğer dayalı bir duruş ortaya koymuştur.

Kölecilik zihniyetiyle oluşmuş kişiliklerin ve merhamet dilencisi kişilerin, kendilerine ait bir aklı, kendilerine ait özgün kararları ve tercihleri, kendilerine ait özgür bir iradeleri yoktur. Merhametini dilendikleri ve kölece bağımlı oldukları kişilerin ve kurumların sözlerini, duruşlarını ve düşüncelerini kendi duruşları, düşünceleri ve sözleri olarak benimserler ve içselleştirirler. Umudunu yitirmiş köleci ve dilenci insanların düşünceleri ve akılları yoktur. Umutsuzluk, insanın aklını ve düşüncesini yok ederek kişilerin kölrleşmesine, köleleşmesine ve dilencileşmesine yol açmaktadır.

Köleleşmiş ve dilencileşmiş kişiler ve toplumlar, onurlarını, akıllarını, özgürlüklerini yitiren yığınlardır. Köleci ve dilenci yığınların refah, özgürlük, barış ve eşitlik şeklinde talepleri yoktur. Köleci ve dilenci yığınlar, açlık ve sefalet içinde yaşamayı normal görmekte ve bütün varlıkları korku tarafından yönlendirilmektedir. Açlıkla tedip edilerek kölelleştirilmiş ve dilencileştirilmiş kişilerin ve kesimlerin, vermiş oldukları kararlar, yaptıkları tercihler ve takındıkları duruşlar, hiçbir şekilde saygın, özgün, onurlu ve özgür olarak nitelenmeyi hak etmemektedir.Umutla beslenen, özgürlüğü esas alan, insan onurunu en yüce değer kabul eden, aklı hep işbaşında tutan bireylerin yapmış oldukları tercihler, söyledikleri sözler, ifade ettikleri düşünceler geliştirici ve olgunlaştırıcı olarak nitelenmeyi hak etmektedir.

Umudun gerçekleşmediği durumlarda insanlardaki korku duygusu yıkıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Umutsuzluğun arttığı kriz ve belirsizlik durumlarında dış dünyadaki kişiler ve kurumlar, korku etrafında bir kuşatılmışlık illüzyonu yaratarak köleclikten ve dilencilikten başka bir yol olmadığını insanlara dayatırlar. İnsanın umuda ihtiyaç duyduğu an, kriz ve belirsizlik anlarıdır. Kriz ve belirsizlik anlarında hiç ihtiyaç duyulmayan şey, korkudur. Korkuya karşı sürekli olarak umut canlı tutulmalıdır. İnsanı özgürleştirecek tek güç, umuttur. Umudun karşıtı ve düşmanı olan korku ise insanı köleleştirmekte ve dilencileştirmektedir.

Köleci ve dilenci zihniyet, insanlara hep beklemeyi dayatmaktadır. Umut, ertelemeye ve beklemeye hep karşıdır. Umutlu insanlar, beklemek ve ertelemek yerine, hayatı hemen canlı ve coşkulu bir şekilde yaşama sorumluluğunun varoluşsal düzeyde bilincindedirler. Umud, hayatı ertelemek ve beklemek yerine hayatı diri tutmanın, diriltmenin, dilenciliğe ve köleciliğe direnmenin en güçlü duygusu, düşü ve düşüncesi durumundadır.

Umut, korkularımızı kovmak için varoluşsal olarak sahip olduğumuz ve ihtiyaç duyduğumuz doğal bir biliş, duyuş ve duruş halidir. İnsanın hayattaki en önemli görevlerinden biri umudu, korkuya kurban vermemektir. Ahmet Arif, umutla, bilgiyle ve emekle korkuya karşı dayanmayı anlatmaktadır: “Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip…/Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının…/ Dayan kitap ile Dayan iş ile/Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.”