Umut, Kölecilik ve Dilencilik
“Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,
Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında
Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
Seninle yeşerdiler, seninle soldular…
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.” Özdemir
Asaf
Umut, gelip geçici kriz durumlarında insanı harekete
geçiren yapay bir duygu, duruş ve düş değildir. Umudun insanla varoluşsal bir
ilişkisi vardır. Umut olduğu sürece insan, varoluşsal olarak varlığını oluşturma
gücünü, yeteneğini ve motivasyonunu kendisinde bulabilir. Umudun yok olması
halinde insan aklını, duygularını, düşüncelerini ve düşlerini yitirmektedir.
Umudun yitirilmesi, aslında insanın varoluşsal olarak yitirilmesidir.
Umudunu yitiren insanlar, kendileri dışındaki
güçlere, kişilere, kurumlara ve yapılara bağımlı olurlar. Umud, özgürleştirir.
Umutsuzluk ise köleleştirir. Umutsuz olan insanlar, dış dünyada güç ve servet
sahibi kişilerin ve kurumların kendilerine merhamet etmesini ve kendilerine
lütufta bulunmasını beklerler. Kölelleştirilmiş bir zihniyete ve kişiliğe sahip
kişilerin umutları, özgürlükleri ve onurları yoktur. Köleleştirilmiş kişilik
sahipleri, hep başkalarının gölgelerinde onların kendilerine yapacakları ihsanları,
lütüfları ve merhametlerine dilencilik yaparlar. Büyük İskender’e “Gölge etme!
Başka ihsan istemem!” diyen Diogenes, dilenciliğe ve köleciliğe onura ve özgürlüğer
dayalı bir duruş ortaya koymuştur.
Kölecilik zihniyetiyle oluşmuş kişiliklerin ve merhamet
dilencisi kişilerin, kendilerine ait bir aklı, kendilerine ait özgün kararları
ve tercihleri, kendilerine ait özgür bir iradeleri yoktur. Merhametini
dilendikleri ve kölece bağımlı oldukları
kişilerin ve kurumların sözlerini,
duruşlarını ve düşüncelerini kendi duruşları, düşünceleri ve sözleri
olarak benimserler ve içselleştirirler. Umudunu yitirmiş köleci ve dilenci
insanların düşünceleri ve akılları yoktur. Umutsuzluk, insanın aklını ve
düşüncesini yok ederek kişilerin kölrleşmesine, köleleşmesine ve
dilencileşmesine yol açmaktadır.
Köleleşmiş ve dilencileşmiş kişiler ve toplumlar,
onurlarını, akıllarını, özgürlüklerini yitiren yığınlardır. Köleci ve dilenci
yığınların refah, özgürlük, barış ve eşitlik şeklinde talepleri yoktur. Köleci
ve dilenci yığınlar, açlık ve sefalet içinde yaşamayı normal görmekte ve bütün
varlıkları korku tarafından yönlendirilmektedir. Açlıkla tedip edilerek
kölelleştirilmiş ve dilencileştirilmiş kişilerin ve kesimlerin, vermiş
oldukları kararlar, yaptıkları tercihler ve takındıkları duruşlar, hiçbir şekilde saygın,
özgün, onurlu ve özgür olarak nitelenmeyi hak etmemektedir.Umutla
beslenen, özgürlüğü esas alan, insan
onurunu en yüce değer kabul eden, aklı
hep işbaşında tutan bireylerin yapmış
oldukları tercihler, söyledikleri sözler,
ifade ettikleri düşünceler
geliştirici ve olgunlaştırıcı
olarak nitelenmeyi hak etmektedir.
Umudun gerçekleşmediği durumlarda insanlardaki korku
duygusu yıkıcı bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Umutsuzluğun arttığı kriz ve belirsizlik durumlarında dış
dünyadaki kişiler ve kurumlar, korku etrafında bir kuşatılmışlık illüzyonu
yaratarak köleclikten ve dilencilikten başka bir yol olmadığını insanlara
dayatırlar. İnsanın umuda ihtiyaç duyduğu an, kriz ve belirsizlik anlarıdır.
Kriz ve belirsizlik anlarında hiç ihtiyaç duyulmayan şey, korkudur. Korkuya
karşı sürekli olarak umut canlı tutulmalıdır. İnsanı özgürleştirecek tek güç,
umuttur. Umudun karşıtı ve düşmanı olan korku ise insanı köleleştirmekte ve
dilencileştirmektedir.
Köleci ve dilenci zihniyet, insanlara hep beklemeyi dayatmaktadır.
Umut, ertelemeye ve beklemeye hep karşıdır. Umutlu insanlar, beklemek ve
ertelemek yerine, hayatı hemen canlı ve coşkulu bir şekilde yaşama sorumluluğunun
varoluşsal düzeyde bilincindedirler. Umud, hayatı ertelemek ve beklemek yerine
hayatı diri tutmanın, diriltmenin, dilenciliğe ve köleciliğe direnmenin en
güçlü duygusu, düşü ve düşüncesi durumundadır.
Umut, korkularımızı kovmak için varoluşsal olarak
sahip olduğumuz ve ihtiyaç duyduğumuz doğal bir biliş, duyuş ve duruş halidir.
İnsanın hayattaki en önemli görevlerinden biri umudu, korkuya kurban
vermemektir. Ahmet Arif, umutla, bilgiyle ve emekle korkuya karşı dayanmayı
anlatmaktadır: “Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip…/Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…/ Dayan kitap ile Dayan iş ile/Tırnak ile, diş
ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.”