Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.87
Gram Altın
2426.45
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Mart 2020

Ümitli olmak için yüzleşelim

Geçen hafta “kimler, nereden, niçin kaçıyorlar” şeklinde sormuştuk. Kimlerin mülteciler, ‘nerede’nin Türkiye olduğu açık. Niçin kaçtıkları da esas itibariyle çok belirsiz değil sanırım: Bu insanlar akıl/ruh sağlıklarını, bireysel sosyal ihtiyaçlarını, ekonomik gereksinimlerini ve yarına dair varsa taşıyabilecekleri bir parça umudu gitmek istedikleri Avrupa’da (veya Batı’da) karşılayabileceklerini düşünüyorlar. Açıkçası bu öyle çok bilinmeyen bir şey de değil. Üstelik ‘oraya’ gitme isteği, arzusu mültecilerle, yaşam koşullarını yitirmiş insanlarla da sınırlı değil. Ancak bir kriz anında odaklandığımız mülteci veya sığınmacı gerçekliği, değişik vesilelerle ifade ettiğim üzere, bize pek çok açıdan ayna tutuyor.

Bizler ülke olarak mültecilere ilişkin olarak bizim dışımızdakilerin yaptıklarına ve yapmadıklarına çok odaklıyız. Bizim dışımızdakilerin bu meselede yapıp ettiklerine bakarak kendi yaptıklarımızın yeterliliğini ilişkin bir sonuca varıyoruz. İlk bakışta çok doğru ve makul görünebilir bu. Dünyada hiçbir ülkenin yapmadığı kadar bu işten etkileniyoruz, bu insanlara yardım ediyoruz, kapılarımızı açmışız, temel ihtiyaçlarını gideriyoruz vs. Bunların hepsi doğru ve takdire şayan işler. Ancak Yunanistan’ın, Avrupa’nın veya diğer İslam ülkelerinin bu konuya ilişkin yapıp ettiklerinin az olması bu sorun veya bu gerçeklik nedeniyle yapmamız gereken daha pek çok şeyin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye’de en iyimser ifade ile önümüzdeki on yıllar boyunca Suriyeli milyonlarca mülteci kalmaya devam edecek. Hem Suriye’deki belirsizlik hem de göç gerçekliği bunun böyle olacağını söylüyor.

O halde burada kalacak ve üstelik geleceğini de dışarda gören bu nüfusa ilişkin (ister Avrupa’ya gitsin, ister Suriye’ye geri dönsün yarın, isterse Türkiye’de kalmaya devam etsin) yapıp ettiklerimizden daha fazla, daha rafine, daha bütüncül, daha kompleks uygulamalar/politikalar geliştirmemiz gerekliliğini görmek durumundayız. Onların gelişi bazı şeyleri zorlaştırdı şüphesiz ancak onlar gelmemiş olsalardı bile bizim pek çok şeyimizin elden geçirilme zarureti olduğu görülüyor. Örneğin tarihsel, kültürel, inanç coğrafyamız kabul ettiğimiz ve gerçekten de öyle olan, yüzyıl öncesinde ülkemizin parçası olan Suriye’yle politik olarak ayrışmamızın dil, kültür, hafıza anlamında ne tür yabancılaşmaya tekabül ettiğini yeni yeni anlıyoruz. Yaşanmışlığın, destursuz ideolojik-politik yüklemelerin ağır ve tahripkâr sonuçlarının ne tür maliyetlerle karşımıza çıktığını görüyoruz. Bizim cari sistemimiz, siyasal, ekonomik, hukuki yapılanmamız ve toplumsal, kültürel, zihinsel seviyemiz bizi taşımakta zorlanıyor, pek çok noktada tıkanmış vaziyette. Bizi taşımayan bu sistemi muhafaza ederek başka tür bir ‘hikayeyle’ gelen, savaştan kaçmış, travma yaşayan büyük bir nüfustan sadece bize eklemlenmesini bekleyerek veya içimize almak alicenaplığımız karşısında sessizce bize uyum göstermesini beklemek sorunu kronikleştirmek üzere demlemeye bırakmaktır. 2011 yılında ilk kafilesi gelen ve bugün sayıları resmi rakamlarla 4 milyona yaklaşan bu insanların ne düşündüklerini biliyoruz, ne de kendi ağızlarından ne söylediklerini duyduk? Bu inanılmaz bir şey! Bu dehşet verici bir şey! 4 milyona yakın insanın sessizliği, suskunluğu hayra alamet bir şey değil! Onların sessizliğinde, suskunluğunda bir tuhaflık görmeyen bizim sistemimizde de, bizde de dehşet verici bir tuhaflık var! Günlük, konjonktürel, taktiksel hamleler yerine stratejik bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Sorunu ekonomik maliyetler üzerinden veya ‘gül gibi işleyen sistemimiz vardı, geldiler insicamımızı bozdular’ türü ideolojik yakınmalar üzerinden görmek yerine acı, ağır ve belirsiz gelişmelerin etki ettiği yeni durum üzerinden artık istesek de eskisi olamayacak gerçekliğimizi ilkesel ve ahlaki duyarlılığa ve özgürlük ve adalet perspektifine yaslayan bir stratejik yaklaşım olmak zorundadır. Bu zorunluluğu karşılamak bugüne kadar yapıp ettiklerimizin ötesinde şeyler yapmayı gerektiriyor. O yüzden “kimler, nereden, niçin kaçıyorlar?” zannettiğimizden de önemli bir soru(n). Yüzleşebilirsek ümitli olabiliriz veya daha doğrusu ümitli olmak için yüzleşmemiz gerekiyor.