Uluslararası ilişkilerde akil siyaset
Dünya, 18. yüzyıldan itibaren Ortadoğu ve Asya coğrafyalarının Emperyal
sömürgecilik ile yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, kültürü, geçmişi ve geleceği
ile nasıl tar u maredildiğine şahitlik etti.
Bugün dünyanın seksen farklı bölgesinde savaş, çatışma ve kriz hali mevcut.
Bunların bir kısmı dondurulmuş sorun olarak nitelendirilen ve her an sıcak bir
çatışmaya dönüşme potansiyeli taşıyan krizlerdir. Ve bu sorunların hiçbiri bir
diğerinden bağımsız değildir.
Savaşlar çoğu zaman ülkelerin silahlı kuvvetleri arasında değil, istihbarat
servislerinin planlamaları doğrultusunda, stratejistler tarafından hazırlanan
doktrinler çerçevesinde, terör örgütleri aracılığı ile sürdürüldüğünden siyasi
ve politik çözümler daha bir karmaşık hale gelmektedir.
371 milyonluk nüfusu ile Ortadoğu ve bölge coğrafyasına, Tüm zenginliğine
rağmen, açlık, savaş ve kan ile iç içe bir kader yaşatıldı.
Bugün Ortadoğu ve İslam coğrafyaları sömürge ideolojisi, sömürge sınırları
ve sömürge dillerine göre bölünmüş durumda. 1442’de Avrupa’nın son Müslüman
devleti Endülüs’ün elinde bulunan Gırnata şehrinin düşmesi, kuzey Afrika'dan
başlamak üzere Ortadoğu için yeni bir dönemim habercisiydi aslında.
O günden günümüze Ortadoğu siyaseti Londra-ileriki tarihlerde Washington/Moskova
ve sonrasında Tel Aviv ayağıyla bir yerlerden idare edilip yönetildi.
Sonuç; savaş, kan ve gözyaşı ile yoğrulan bir tarih.
Bu tarih ilelebet böylemi yazılacaktı? Hayır.
Nitekim son dönemlerde Ortadoğu siyasetinde alışılagelmişin dışında
gelişmelere şahit oluyoruz.
Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan ve İran bölgede kadim dört Büyük
medeniyetin devamı güçlü ülkeler. Bu ülkeler her zaman bölgenin kaderinde
önemli roller üstlenmişlerdir.
Bu dört Lokomotif ülke arasındaki ilişkilerde artık rutinin dışında daha
akil ve işbirliğine yönelik bir mantık hakim.
Teoride altyapısı oluşmaya başlayan bu ilişkiler Pratik siyasete
dönüştürüle bilinirse Ortadoğu da Kaos ve düşmanlığa dayalı ilişkiler yerini
doğru ilişkiler zemininde uzun vadeli barış ve zenginliğe bırakacaktır.
Hem istihbarat teşkilatları hem de bakanlıklar düzeyindeki görüşmeler ile
Türkiye ve bölge ülkeleri arasında normalleşme adımları atılmış. Atılan bu
adımların bölge açısından hayati öneme haiz gelişmeler getireceği muhakkaktır.
Zira yakın zamanda ABD Kaynaklı Türkiye’ye karşı bir blok kurulmuştu.
Yüz yıllardır, küresel güçler ve İsrail kaynaklı bölge üzerinde uygulamaya
konulan savaş ve kaosa yönelik projeler Bölgeyi neredeyse herkesin herkesle
çatıştığı, savaşa dayalı siyasetin hakim olduğu bir alan haline getirdi.
Kurulmaya çalışılan yeni bir dünya düzeni olduğu için, meşru-gayrımeşru
bütün yöntemler uygulanmakta, bazı ülkeler askeri müdahale ile işgal edilmekte
bazı ülkelerde ise iktidarlar dolaylı veya dolaysız yollarla/ittifaklarla değiştirilmek
istenmektedir.
ABD ve İsrail bu toplumsal dönüşüm ve hareketleri/çatışmaları alabildiğine
destekleyip körükleyerek hem tüm bölge ülkelerine silah satarak hem de yeraltı
yerüstü zenginliklerini tarumar ederek bir Ortadoğu ve orta Asya cehennemi
yaratmıştır.
Bu projelerin bir ayağı olan, ABD ve İsrail patentli DEAŞ, El-Kaide vb. örgütlerle
İslamofobi beslenmiş bölgeye ve Aziz İslam'a yıllarca
telafisi mümkün olamayacak zararlar vermişlerdir.
Bilinmelidir ki; Akdeniz, Suriye ve batı Trakya’da ki hazırlıklar; Türkiye,
Afganistan merkezli orta Asya ve bölge eksenli yaşanan son gelişmeler den
bağımsız ortaya çıkmış gelişmeler değildir.
Küresel Masaya serilmiş harita ve cetveller ile dünün sömürgecileri, bu
günün egemenleri 1920 de yarım bıraktıkları işi bitirmek istiyorlar. Sınırların
cetvelle çizilmiş gibi düz görünmesini istemediklerinden yüz yıl öncesinden tek
fark bu gün bunu ayık kafa ile yapıyor olmalarıdır.
Çözüm, bölge ülkelerinin ve kardeş halkların kendi aralarında asgari
müştereklerde anlaşması ve işbirliğine dayalı bir siyaset ile hareket
etmeleridir. Aksi takdirde yüzyıllardır süregelen savaş ve kaos bir yüzyıl daha
süreceğe benziyor.