Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.75
Gram Altın
2964.90
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ekim 2023

​Ulus devletleri tasfiye edecekler

Clinton dönemi Dışişleri Bakan Yardımcısı Strobe Talbot, 20 Temmuz 1992’de TIME Dergisi’nde yayınlanan yazısına bir soruyla başlamıştı. Hangi siyasi güçler galip gelecek; ulusları birleştirenler mi, yoksa onları parçalayanlar mı?

Cevap olarak; “Aslında, bahse girerim ki önümüzdeki yüz yıl içinde bildiğimiz şekliyle “ulusluk” modası geçmiş olacak, tüm devletler tek, küresel bir otoriteyi tanıyacak” diyordu.

Devam ediyor Talbot, “20. yüzyılın ortalarında kısaca moda olan "dünya vatandaşı" deyimi, 21. yüzyılın sonunda gerçek anlamını kazanacak.”

Bütün ülkeler temelde sosyal düzenlemelerdir, değişen koşullara uyum sağlar. Her ne kadar bir anda ne kadar kalıcı ve hatta kutsal görünseler de aslında hepsi yapay ve geçicidir.

“Atalarımız nehrin kıyısındaki o ateşin etrafında nasıl toplanmışsa ondan farklı bir şey yapmayacağız” diyerek güya tek dünya hükümetini tarif ediyor!

CFR üyesi Richard Gardner da 1974 yılında Dış İlişkiler Dergisi'nde “Dünya Düzenine Giden Zor Yol' başlıklı bir yazı kaleme aldı.

“Kısacası “dünya düzeninin evi” yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmek zorunda kalacak” diyordu burada.

William James'in ünlü gerçeklik tanımından yola çıkarak büyük bir gürültü ile ve ani yıkımla değil ulusal egemenliğin etrafında onu parça parça aşındıran bir süreçle daha fazla şeyi başarabileceklerini düşünüyorlar.

Anlayacağınız Platon'un Devlet'inden ilhamla “Filozof Krallar” haline gelecekleri küresel bir imparatorluk istiyorlar. Ve bunu nasıl yapacaklarını da çok iyi biliyorlar.

Hesap şu; bir taraftan adım adım bireysel özgürlükleri ortadan kaldıracaklar ve bunu da büyük bir isyana dönüşmeden yapacaklar.

Peki, bu plan işe yarar mı? Eğer insanlar kendi köleliklerine razı olurlarsa neden olmasın. “Razı olma paradigması mazoşist bir antlaşmadır” diyor Deleuze. Çünkü razı olduğunuz an iş bitmiştir karşı tarafın tüm baskılarını peşinen kabul etmiş oluyorsunuz.

Biri ya da birileri isyan ederse şayet, onlar toplumda bir canavar olarak görülecektir. Salgın döneminde “aşı karşıtları” olarak yaftaladıkları insanları nasıl hakaret ettiklerini biliyorsunuz.

Şimdi yazımın başında zikrettiğim bu isimler Club Of Rome adlı yapının çalışanlarıdır. Bu yapı, gelecek planlarını bu tür isimler üzerinden önceden ifşa eder.

Kulüp Of Rome daha sonra 'Birinci Global Devrim' başlıklı bir kitap yayınladı. Burada özellikle küresel ısınmanın uluslarüstü yönetişim oluşturmak için bir araç olarak kullanılması tartışılıyordu.

Burada şöyle diyorlar;

“Birleşebileceğimiz ortak bir düşman ararken, kirliliğin, küresel ısınma tehdidinin, su kıtlığının, kıtlığın ve benzerlerinin bu amaca uygun olacağı fikrini ortaya attık. Bütünlükleri ve etkileşimleri bakımından bu olgular, herkesin birlikte karşı karşıya kalması gereken ortak bir tehdit oluşturmaktadır.

Ancak bu tehlikeleri düşman olarak adlandırdığımızda, okuyucuları daha önce uyardığımız tuzağa, yani semptomları sebeplerle karıştırma tuzağına düşüyoruz. Tüm bu tehlikeler, doğal süreçlere insan müdahalesinden kaynaklanmaktadır ve bunların üstesinden ancak tutum ve davranışların değiştirilmesiyle ulaşılabilir. O halde asıl düşman insanlığın kendisidir.”

Kulüp Of Rome’ye göre asıl düşman kimmiş? İnsanlığın ta kendisi yani bizler!

Club Of Rome'nın 1970'lerde özetlediği hedeflerin aynısı, bugün BM'nin ve Dünya Ekonomik Forumu'nun da yönlendirici politikalarıdır. Klaus Schwab ve WEF'in sıklıkla gururla desteklediği “paylaşım ekonomisi” kavramı onlar tarafından değil, 50 yıl önce Club Of Rome tarafından ortaya atılmıştı.

Bugün iklim krizi tam da fiyatların hızla yükseldiği, ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde gündeme sokuldu. Bugün yeni bir stagflasyon felaketinin kapımızda olduğu bir dönemde, küresel ısınma planının doruk noktasına ulaşması bir tesadüf değildir.

Ulus devletleri tasfiye edip dünya hükümetini devreye sokmayı planlıyorlar.