Ülkemizin turizm durumuna bakış-2
Hemen hemen hepimizin bildiği gibi turizm için “bacasız sanayi” terimi kullanılır. Turizm niçin bacasız sanayidir? Çünkü turizmin ana sermayesi, bizzat doğadır, tarihtir, geçmişten aktarılan eserlerdir. Bunlar, değerini bilenler için ülkesinin hem dış dünyadaki tanıtımını hem de bunlar vasıtasıyla sürekli bir gelir elde ettiği görünmez kaynaklardır. Bu nedenle bacasız sanayi denilmiştir turizme. Ama bu demek değildir ki turizme yatırım yapılamaz. Bacasız sanayinin devamlı bir gelir kaynağı olabilmesi için altyapı yatırımlarına ve bu yatırımların korunup denetlenmesine ihtiyaç vardır.
İki aydan beri ülkemizin önemli turizm merkezlerinden olan Akdeniz ve Ege sahillerinde hem dinlenmeye yani tatil yapmaya hem de bazı gözlemler yapmaya gayret ettim. Bu gözlemlerimden ilkini bir önceki yazımda ele alıp fiyatlar konusu üzerinde durmuştum. Bugünkü yazımda turizmin olmazsa olmazlarından biri olan temizlik ve çevre konusuna temas etmeyi deneyeceğim.
Günümüzde temizlik, birçok konudan önce gelmektedir; çünkü doğrudan doğruya sağlıkla ilintilidir. Sağlık, hem insanı hem çevreyi ilgilendirmektedir. Malum olduğu üzere insanın asıl karakter yapısının, kişiliğinin oturduğu yeri temiz tutup tutmadığından anlaşılmasını sağlayan “Aslan yattığı yerden belli olur” diye bir atasözümüz vardır. Bu atasözümüz, kişinin yaşadığı hayat tarzı, içinde bulunduğu ortamı nasıl kullandığı, çevreye, doğaya olan tutumunun nasıl olduğunu ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. Sadece kişiyle ilgili de değildir, aynı zamanda toplumun yaşayış tarzının, örf ve adetlerinin tespit edilmesi bakımından da fevkalade değerli bir tecrübenin aktarımıdır. Kişi, yaşadığı ev ya da çevreye nasıl davranıyorsa şahsiyetinin ya da karakterinin de öyle olduğunu yansıtmış olmaktadır. Oturduğu evin durumuna bakıp düzenli bir insan olup olmadığı hakkında bilgi edinilebilir. Evlilik müessesesinin görücü usulüyle kurulduğu eski dönemlerde, evin içine bile bakmaya gerek duyulmaz, eşiğinin temiz olup olmadığına bakılarak gelin adayının titiz ya da sallapati bir ev hayatının olup olmadığına karar verilirmiş.
Böyle bir gelenekten gelen milletimizin bugünkü tavrı nasıldır? diye merak ettiğimizde görüyoruz ki eskiye göre çok şey değişmiş. Bazı istisnaları dışında birçok şehirlerimiz, ilçelerimiz ve daha küçük yerleşim birimlerimizde temizlikten eser kalmamış. Tarihi ve turistik yerlerin turizminin gelişmesinin en önemli göstergelerinden biri o yerlerin ne kadar temiz olduğuyla, çevreye ne kadar duyarlılık gösterildiğiyle alakalıdır. Yıllardır gezdiğim turistik bölgelerimizin birçoğunun içler acısı halini gördükçe yüreğim kararmakta. Denizi olan tatil beldelerinin en güzel yerleri, koylarıdır. Bu koylar, ister denizden ulaşılsın ister karadan, son derece temiz olmalıdır ki insanlar buralarda huzur ve sağlık bulsunlar. Ancak bazı koylarda gördüğüm manzara maalesef iç karartıcı. Yiyilip içilen gıda artıkları, doğada yüzlerce yıl kaldığı bilinen pet şişeler, naylon torbalar (poşet), güneş ışıklarını yoğunlaştırarak orman yangınlarına yol açtığı bilinen cam şişeler sorumsuzca çevreye saçılmış vaziyette. Diğer yandan serinlemek için içerisine girilen denizlerimizin kıyıları, kumsalları üzerinde oturulamayacak derecede kirletilmiş. Sigara izmaritinden tutun, şişe kapaklarına kadar sahilde tüketilen her şeyin atıkları kumların ve çakılların üzerinde.
Tarihi mekânların buralardan pek farkı yok. Benzer durumlar oralarda da geçerli. Burada asla kurumları suçlamıyorum, çünkü onların üzerlerine düşen görevleri yaptıklarına, etrafı her gün temizlediklerine, gerekli uyarılarda bulunduklarına bizzat tanık oldum. O halde burada sorumluluğunu yerine getirmeyenler, buraları kullananlar. İnsan evinde nasılsa dışarıda da aynı davranışları gösterir. Buna göre kamuya açık olan bu alanlardaki görüntüyü buralarda kirliliğe sebep olanların evlerinde de görebiliriz. Bu da insanın içini acıtıyor.
Bizimle aynı inanç ve kültüre sahip olmadıkları için çoğu zaman hor gördüğümüz yabancı turistlerin ise ne kadar titiz davrandıklarına da ayrıca tanık olmaktayım. İşte bu noktada merhum Ziya Paşa’nın
Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm
gazelinin matla’ını hatırlamadan geçemedim. Yurt dışında ben de birçok turistik yer gezdim ve gerçekten de hayranlık besleyerek döndüm. Ama kendi vatanımın turistik yerlerinin viraneye dönüştürülmüş olması beni kahretmekte.
Bir sonraki yazımda yine turizmin bir başka boyutu olan tarihi eserlerimizin korunması konusunu ele almaya çalışacağım.